9.03.2016

GERÇEKLİĞİ ÇARPITMA SAHASI’ CEMAAT'İN ZİHİN YAPISI : Ne acıdır ki, Cemaat'in militan şakirtleri, bu tür psikolojik kavga taktiklerini iyi biliyor ve tabanındaki insanları kullanarak sizi gerçeğin farklılaştığı bir zemine çekiyor. Çok sofistike ve çok karmaşık bir durumla karşı karşıyayız.





Zaman Gazetesi'ne kayyum atanması sonrası yaşanan arbedede, başından yaralanan başörtülü kadının çoğumuzda yarattığı kırılmayı, iç çatışmayı başkalarının anlaması pek mümkün değil. Yıllarımız, o başörtüsünün serbest kalması için mücadele ile geçmişken, şimdi başından kan akan bir başörtülü kadın fotoğrafı, hepimizi etkiledi. Cemaat'le mücadele bu yüzden zor ve karmaşık. Cemaat de bizim bu duygu kırılmalarımızı kullanıyor şimdi.



Şunu iddia edebilirim, Cemaat, CHP iktidarında böyle bir darbe girişiminde bulunsaydı, Cemaat'e müdahale öylesine sert, acımasız ve öylesine hızlı olurdu ki, bir yıl olmadan her şey biterdi. Ancak durum şimdi biraz farklı.

Cemaat, karşınıza sizin için en kutsal kitabı elinde tutan, gençliğinizin en büyük mücadelesini simgeleyen bir başörtülü kadını dikiyor ve kanunu uygulamanızı engelliyor. Sonra müdahale edince o üzücü fotoğrafla karşılaşıyorsunuz.

Gerçekliği çarpıtma sahası

Ne acıdır ki, Cemaat'in militan şakirtleri, bu tür psikolojik kavga taktiklerini iyi biliyor ve tabanındaki insanları kullanarak sizi gerçeğin farklılaştığı bir zemine çekiyor. Çok sofistike ve çok karmaşık bir durumla karşı karşıyayız.

Bunu en iyi açıklayacak şeyi Apple'ın efsane kurucusu Steve Jobs'unyaşam hikayesinde okudum. Walter Isaacson'un yazdığı biyografisinde, Jobs'un en karmaşık, aynı zamanda en etkili karakteristik özelliğini,“gerçekliği çarpıtma sahası” olarak tanımlıyor arkadaşları.

Bu özelliği şöyle anlatıyorlar: “Gerçekliği çarpıtma sahası, karizmatik bir belagat tarzının, boyun eğmez bir iradenin, her gerçeği hedefe uygun bir şekilde çarpıtma hevesinin şaşırtıcı bir karışımıydı. Jobs'un olduğu yerde gerçek değiştirilebilir. Bir argümanla ikna edemediği zaman, başka bir argümana geçiyordu... İnsanları kandırıp kendi vizyonuna inandırabiliyor. Çünkü o vizyonu benimseyip, içselleştirebiliyor”.

Gerçekleri yer değiştirme, zeminleri kaydırma

Cemaat'in başından beri, 'gerçekleri yer değiştirme' ve 'zeminleri kaydırma' yönetimini uyguladığını görüyorum. Bir gerçeği, bir yalanın önüne perde yaparak, asıl meselenin tartışılmasını engelleme konusunda ustalar maalesef.

Örneğin, başörtülü kızımızın başının kanadığı bir gerçek. Bir gazetenin kapatılması basın özgürlüğüne aykırıdır, bu da bir gerçek. Ancak, bir gazetenin devlete karşı darbe girişiminde odak noktası ve yönlendirme merkezi olması suç, bu asıl gerçek. Başörtülü bir kızın eline Kur'an-ı Kerim vererek, polisin karşısına dikip, hukukun uygulanmasını yasa dışı yöntemlerle engellemek de kötü bir niyet. İşte bu gerçekleri tartışmıyor kimse. Cemaat 'gerçekleri yer değiştirme' taktiğini böyle uyguluyor.

Siz asıl darbe girişimine odak olan gazeteyi tartışmak yerine, onunla yer değiştiren, başka bir gerçeği tartışıp, başka bir zeminde buluyorsunuz kendinizi. İşte buna da 'zeminleri kaydırma' deniyor.

Cemaat tüm gücünü yolsuzluk, rüşvet, usulsüzlük gibi konuların tartışılmasına ve bunu dillendirdiği için Cemaat'e savaş açıldığına inandırmak için harcıyor. Darbe yapılmadığını, usulsüz dinlemelerin olmadığını, devletin kurumlarını ele geçirmek için uğraşmadığını savunmuyor bile. Siz de onun suçlamalarına cevap verirken, asıl konuyu, asıl gerçeği tartışmayacağınız bir alana kayıyorsunuz otomatik olarak.

Bir yalana kendini inandırmak

Cemaat'in neredeyse tüm fertleri, masum eğitim ve yardım faaliyetleriyle uğraşan bir yapı olduklarına sarsılmaz bir şekilde inandırılmış. Bana göre en başta Fethullah Gülen buna inanmış. Bunu da başka bir örnekle açıklayayım.

George Orwell'in, “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört” isimli kitabında çok etkilendiğim bir sahne vardır. Toplumu kontrol eden Big Brother, kendisine muhalif olan Winston Smith'i yakalar ve kendi tezlerini kabul etmesi için işkence yapar. Winston dayanamaz ve Big Brother'in 'haklı' olduğunu kabul eder.

Ancak Big Brother, “kabul etmen yetmez, buna bir de inanacaksın” der. Bu çok dehşet verici istek ve ikna yöntemleri sonunda Winston Smith kalemi eline alır ve şöyle yazar: “Özgürlük köleliktir, iki kere iki beş eder, Tanrı iktidardır”. Winston bunları inanarak yazmıştır ve yanlışlığını asla tartışmaz. Big Brother'e sarsılmaz inanç böyle oluşur. İnanç, bilgiden ve akıldan daha güçlü bir kaledir.

Jobs'un kendi ürettiği bir yalana ya da mite, arkadaşlarını ikna etmenin ötesinde, önce kendisi buna sarsılmaz bir şekilde inanır. Onun bu inanılmaz inancı ve iradesi çevresinin de inanmasını sağlar.

Çalışma arkadaşı Andy Hertzfeld şöyle der: “Jobs'un 'gerçekliği çarpıtma sahası' huyunu değiştirmek için çok uğraştık ancak başaramadık. Sonunda vazgeçtik ve onu 'bir doğa kuvveti' olarak kabul ettik, ona inandık”.

YENİ ŞAFAK / Kemal Öztürk








Erdoğan'a Kızmayın! Sizi küresel güçlere maşa yapan Fetullah'a kızın!

Cuma günü Zaman gazetesine Kayyum atandı. Kayyumlar binaya girerken oldukça sıkıntılı bir şekilde polis eşliğinde girdiler.

Gazetenin önünde toplaşan Zaman okurları (!) ajitasyon malzemesi olarak çocukları ve başörtülü ablaları öne sürerek Zaman gazetesinin önünde olay çıkardılar.

Bizim o 28 Şubatta başörtüsüne teferruat diyen, zerre kadar dahi direnmeden, ufacık bir itiraz dahi etmeden yukarılarından gelen bir fetvayla başlarını hemen açı veren 'cemaatçi' ablalarımız Zaman gazetesinin kapanması söz konusu olunca birden gayrete gelmişler.

Mavi Marmara olayında İsrail'e ''Otorite'' diyen,

Çevik Bir'e gönderdiği mektupta bir ayağının altını yalamadığı kalan,

cemaate "Yeter ki girdiğiniz yerlerde kalın, istediğiniz tavizi verebilirsiniz" diyen takkeli dalkavuğun sözleri ile 28 Şubat'ta sus pus olan cemaatçi abla ve abiler,

mesele banka olunca tepki gösterir, sabahlara kadar cevşen okur,

mesele gazete olunca direnip olay çıkarır olmuş.

Sorarlar adama ? Sizin gayretiniz, "Hizmetimiz" dediğiniz; imana, İslamiyet'e ve mukaddesata hizmet etmek değil miydi?

Senelerce bu şekilde kandırmadınız mı bu milleti?

Hatta siz de öyle kandırılmamış mıydınız?

Hatta aklınızı tamamen başınızdan çıkarmak için size eğitim metodu olarak 'itaat et, rahat et' gazeli ezberletilmemiş miydi?

Türkiye'ye, İslamiyet'e ve mukaddes şeylere saldırı olduğu zeminlerde ve zamanlarda susup şimdi ülkemizin üzerinde bin bir tane çirkeflik planlayan gavurların finans kaynağı holdinglerinizi, bankalarınızı ve ihanet planını tezgahlayan gazetenizi kaybedince mi gayrete geldiniz?

Sizin imanınız, mukaddesatınız bu mu? Bunlara mı?

Baş örtüsü emrinden, gavurları dost edinmeyin ayetinden ve Şeair-i İslamiye' ye ait her şeyden daha mı fazla önemli bu kurumlar sizin için?

Bu mu şehamet-i milliyeniz ve imaniyeniz ?

Bu mu İslamiyet adına verdiğiniz sözlere ve kandırdığınız insanlara karşı vefa borcunuz?

En baş abileriniz cemaatin parasını kumarhanelerde yiyip bikinili kadınlarla mavi yolculuklarda köpük banyoları eşliğinde eğlenirken, hoca dediğiniz adamın ismi BBC'de, CNN'de methedilerek yad edilirken, bunca ihanet planı bizzat sizin "Bizden" dedikleriniz tarafından ortaya dökülmüşken nasıl olur da hala inanmazsınız?

Hala nasıl olur da nasıl bir ihanet şebekesinin içinde olduğunuzu fark etmezsiniz?

CHP ile hatta ve hatta tüylerim diken diken olarak söylüyorum ki HDP ile aynı çizgide olduğunuzun, Selahattin için "Aslında cici çocuk ha" dediğinizin, PKK 'ya 'terörist' diyemeyen bir gazeteyi savunduğunuzun,'Olimpiyatlar' adı altında genç kızlara şarkı söyletilen bir ortama gidip alkış tutmayı hizmet yapmak ve 'davanıza hizmet etmek' zannettiğinizin, hizmetin kaynaklarının kiliselere peşkeş çekildiğinin, o ağlayarak izlediğiniz filmlerinizde hristiyanlık propagandası yapılmasının,

emniyet teşkilatına sızmış cemaatçi polislerin "uyuşturucu şebekesini çökerttim" ayağına milyarları ödül olarak almak için uyuşturucu şebekesi kurduğunun, tüm bunların dehşetinin nasıl hala farkında olmazsınız?

Cumhuriyet gazetesi ile aynı manşeti atabilen, aynı zihniyette olan, 'tek çare HDP' diye başlık atabilen, Charlie Hebdo davasında Peygamberimize (S.A.V) hakaret eden bir dergiyi 'basın özgürlüğü'ayağına savunan bir gazete için, nasıl olur da gazete görünümlü böyle bir paçavra için baş örtüsü gibi Şeair-i İslamiye olan bir mukaddesatı ayaklar altına alabilirsiniz?

Her türlü Türkiye düşmanlarına malzeme verebilirsiniz?

Peygamberimiz; "Dindar ulûl emre itaat farzdır" buyurduğu halde, 

ihanetinize alet ettiğiniz ve manasındaki kutsiyeti sadeleştirerek tar ü mar edip, kendi ihanetinize alet ettiğiniz Risale-i Nur'da 'müsbet hareket' emredildiği halde, "hizmet-hizmet" diyerek tutturduğunuz türkünün güya aslı esası İslamiyet olduğu halde siz hangi vicdana sığan kararla Türkiye düşmanlarının ve Müslümanlara karşı savaşanların safında yer alabilirsiniz!

Ne zaman uyanacaksınız?

Ne zaman içinde bulunduğunuz ihanet şebekesinin farkına varacaksınız?

Daha ne olmasını bekliyorsunuz ?

Daha ne kadar fazla kanıt istiyorsunuz?

Bütün Türkiye sevdalılarının size sırt çevirmesi,

Locaefendinizin Tevrat' tan alıntılayıp yaptığı büyü kokan bedduaların sizin cemaatinizin başında patlaması,

yurt dışında ve içinde ne kadar Türkiye'ye düşmanı kişi, grup veya oluşum varsa sizin yanınızda yer alması size hala gerçekleri anlamanız için bir aydınlanma yaşatamadı mı?

AKTÜEL / MEHMET SAİT KILIÇ



Yazıklar Olsun ;

Devlet el koymadan önce Abiler haberi almış, Binayı satmış, İçini boşaltmışlar, herşeyi götürmüşler, Algı operasyonu içinde ablaları kurban etmişler...

Ne diyordu Gülen "Kim paralelse Allah belasını versin.", O zaman paralel değilse, önceden bu gizli operasyonların haberini nasıl alıyorsunuz? O yüzden Allah belanızı verdi...

 Allah bunlara fırsat vermesin.









Türkiye 70 sente muhtaçtı...
Peki siz hiç kimsenin onlara HIRSIZ dediğini duydunuz mu?


Bırakın dev projeleri, Milyonlarca öğrenciye ücretsiz dağıtılan tablet bilgisayarları, Sağlıkta yapılanları, Devlet memurunun maaşını bile ödeyemiyordu, Üstüne 26 banka soyulmuş, 26 bankanın borcuda halkın sırtına yüklenmişti...

Ama kimse HIRSIZ var diye kimse bağırmıyor, Üstüne Demirele BABA, Ecevite temiz siyeset adamı KARAOĞLAN, Kumarhanede burnu kırılan Mesut Yılmaza Avrupayi LİDER diye manşetler atılıyor, Üstüne Gülen Ecevite ŞEFAAT edeceğini bile söylüyordu...









Hem terörü lanetliyorlar hem PKK'lının cenazesine gidiyorlar. Hem Cumhurbaşkanlığı Külliyesini eleştiriyorlar hem de kendileri rezidansı rüşvet olarak alıyorlar.

Hem 'doğayı korumak için ağaçları kesmeyin' diyorlar hem de ağaçlar kesilmesin diye etrafı yakıp yıkıyorlar.

Sence bunlar mantıklı şeyler mi?


SİYASETDE BAŞARISIZLIĞIN MÜEYYİDESİ .


Hukuku çiğnemenin müeyyidesi "Ceza"dır... İlahi inanç sistemlerinde kuralları çiğnemenin müeyyidesi, sonsuz âlemde eziyete mahkûm olmaktır... Ahlak kurallarını çiğneyenlerin müeyyidesi de, toplumdan dışlanmaktır.
Peki demokratik siyasetin kuralları, hangi durumda "Müeyyide" kavramını gündeme getirir?
Bu soruya verilecek en kısa cevap "Başarısızlık" değil midir?

Başarının ölçüsü
Demokrasinin egemen olduğu bir toplumda siyasi partiler seçmenden oy alıp iktidar olmak için vardırlar... Bu partileri yöneten liderler mesajlarını topluma iletip, seçmenleri inandırdıkları oranda başarılı olurlar.
Eğer bir parti seçimlerden sürekli yenik çıkarsa ve hiçbir zaman iktidara aday olamayacağı anlaşılırsa, o parti siyasi kulüp olmaktan öteye bir anlam taşımaz. O partiyi yönetenler de dar bir çevrede, "Dostlar alışverişte görsün" misali sözde siyasi faaliyet sürdürürler.

Lider iyi ama...
Demokratik siyaset sisteminde başarısızlığın müeyyidesi, öncelikle seçim kazanamayacakları anlaşılan liderlerin değiştirilmesi şeklinde belirlenmiştir.
Ama demokratik siyaseti gecikerek benimsemiş ülkelerde, "Lider çok iyi ama çevresi iyi değil" denilerek, ezik liderler başta tutulur ve her yenilgiden sonra bunların çevresi değiştirilir.

Şirket bile batar
Bu model sermayesi bir kişiye ait olan aile şirketleri için belki geçerli olabilir. O şirket başarısız olsa da, son söz sermaye sahibinin olduğu için yöneticiler değiştirilerek sorun unutturulabilir. Gerçi bu yaklaşımın sonu da, o şirketin iflasa sürüklenmesidir. Her aldığı karar yanlış olan bir patron eğer şirketin yönetimini profesyonellere devretmezse, sonunda o şirketin sermayesi kediye yüklenmez mi?
Bir siyasi partinin mülkiyetinin bir kişiye ait olması ise mümkün değildir. Başarısızlığın müeyyidesi, öncelikle lider değiştirilerek ödenir.

Sadece konuşurlar
Ancak Türkiye'de siyasi partilerin yapısı, kanunla da "Değiştirilemez lider" olgusunu yerleşik hale gelmiştir. Bu durumun sonuçlarını siyasi hayatımızda "Sürekli konuşan ama hiç seçim kazanamayan liderler" görüntüsü içinde izlemiyor muyuz?
Kısacası Türkiye siyasetinin en büyük sorunlarından biri de, ezik liderlerini değiştiremeyen ve bu yüzden iktidara alternatif olamayan muhalefet partilerinin varlığı değil midir?

SABAH / Mehmet barlas


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder