15.12.2014

TAHŞİYE KUMPASI 1 : FETULLAHIN TAŞHİYE OPERASYONU RUMUZUL KUR’AN 4 ADLI ESERİNDE GÜLEN HAREKETİ'NİN 2014'TE SÖNMEYE BAŞLAYACAĞINI İFADE EDİYOR : ARKASINDAN GÜLEN GRUBU MUHAMMED DOĞAN'I HEDEF ALDI




TAHŞİYE KUMPASI 1

TAHŞİYE KUMPASI 2


TAHŞİYE KUMPASI 3


TAHŞİYE KUMPASI 4


Mehmet Doğan kaleme aldığı“Rumûzûl Kur’an” adlı külliyatın “4. eser”inde; “yaklaşık 250 yıl önce”kurulan ve “Yahudi hahamlar”dan oluşan “300 kişilik gizli zındıka komitesi”nden bahsediyormuş!..
Mehmet Doğan Hoca; “Sönmeye başlayan Yahudi fitnesinin 2014 yılında biteceğini, özellikle Gülen Hareketi’ni işaret ettiğini” bildiriyormuş!..
Evet, Mehmet Doğan Hoca; 9 yıl önce, yani 2005 yılında bunları yazmış... Yani, “Gülen Hareketi’nin biteceğini” söylemiş.
Demek oluyor ki; “Gülenist”ler, ellerini çabuk tutup; 2010’da ona operasyon yapmışlar ki; “Bitmek neymiş gör!” demek istemişler!.. 
Herhalde; “Biz sönmeden, sen sön!” deyip, o operasyonu yapmışlar!..

Olur mu?.. Niye olmasın?!?..

Şu hâle bakın;
Fetullah Gülen, Pensilvanya’dan “işaret” veriyor, 
Samanyolu televizyonubu işareti alıp “dizi filmde hedef” gösteriyor, Zaman ve Bugün gazeteleri“Tahşiye” ile ilgili “haber ve yorum”lar yapıyor, “Yargı ve Emniyet’teki Paralel Cunta” da, bu “işaret”in gereğini yerine getirip, Mustafa Kaplan’lara operasyon yapıyor!..
“Hani örgüt?” diyorlardı ya;
“Al sana örgüt!”

Pensilvanya “işaret” veriyor, “Paralel Medya” hedef gösteriyor, Yargı ve Emniyet de, “gereğini” yapıyor!..
TAHŞİYECİLER KİM?

Tahşiyeciler denilen grup Risale-i Nur camiasından olan ve Fethullah Gülen'e yıllardır muhalif olduğu bilinen bir hareketti.

Bu isim ilk kez Fethullah Gülen'in bir vaazında sert cümlelerle kamuoyuna duyuruldu.

Sonra Zaman Gazetesi bunun haberini yaptı. Ardından Samanyolu TV'nin dizilerinde karanlık bir örgüt olarak tanıtıldı.

Savcı emir verdi, polis operasyon yaptı ve hakim tutukladı.

Doğu İllerinde Molla Muhammed olarak tanınan Mehmet Doğan bu komplo sonunda uzun yıllar cezaevinde kaldı.

Fethullah Gülen'in 2009'da bir konuşmasında bahsettiği Tahşiyeciler; Nur hareketinin kolu ve liderleri 66 yaşındaki Mehmet Doğan'dır. 

Doğu'da Molla Muhammed olarak anılan Mehmet Doğan, Fethullah Gülen'in çeşitli fikirlerine karşı çıkışı ile bilinen bir emekli imam. 

Doğan, özellikle dinler arası diyalog olarak adlandırılan uluslararası projelere muhalefetiyle tanınıyor.

Molla Muhammed ismiyle tanınan Mehmet Doğan, Bediüzzaman hazretlerinin birinci talebesi olan, Albay Hacı Hulusi Yahyagil’in öğrencisidir.Kur’an, hadis, fıkıh çerçevesinde Risale-i nurla alakalı ilmi çalışmalar yapan Mehmet Doğan, 

2005 yılında yazdığı Rumuzul Kur’an 4 adlı eserinde Gülen Hareketi'nin 2014'te sönmeye başlayacağını ifade ediyor


Paralel yapının medya ayağına yapılan şafak operasyonunda ilginç bir ayrıntı vardı. Samanyolu TV'de yayınlanan bir dizinin senaristi ve yönetmeninin de gözaltına alındığı iddia ediliyordu. Operasyonda El-Kaide kapsamındaTahşiyeciler grubuna operasyon yapan polis ekibi de gözaltına alındığı belirtiliyordu. 

Dizi senaristleri ile TEM şube müdürlerini aynı suçta buluşturan dikkat çekici bir detayı vardı. Tahşiyeciler denilen grup Risale-i Nur camiasından olan ve Fethullah Gülen'e yıllardır muhalif olduğu bilinen bir hareketti. Bu isim ilk kez Fethullah Gülen'in bir vaazında sert cümlelerle kamuoyuna duyuruldu. Sonra Zaman Gazetesi bunun haberini yaptı. Ardından Samanyolu TV'nin dizilerinde karanlık bir örgüt olarak tanıtıldı. Savcı emir verdi, polis operasyon yaptı ve hakim tutukladı. Doğu İllerinde Molla Muhammed olarak tanınan Mehmet Doğan bu komplo sonunda uzun aylar cezaevinde kaldı.



TAHŞİYECİLER KİM?

Paralel yapı lideri Fethullah Gülen'in 2009'da bir konuşmasında bahsettiği Tahşiyeciler; Nur hareketinin kolu ve liderleri 66 yaşındaki Mehmet Doğan'dır. Doğu'da Molla Muhammed olarak anılan Mehmet Doğan, Fethullah Gülen'in çeşitli fikirlerine karşı çıkışı ile bilinen bir emekli imam. Doğan, özellikle dinler arası diyalog olarak adlandırılan uluslararası projelere muhalefetiyle tanınıyor.

İLK FETHULLAH GÜLEN KONUŞTU

%100 Siyaset | Tahşiyeciler Hocası Molla Muhammed ve Paralel Kumpas | 1...


Tahşiyeciler Kumapası İle Tutuklanan Molla Muhammed İlk Kez %100 Siyaset'te Açıklıyor...
Paralel Yapı Bomba Tuzağını Nasıl Açıkladı?
Komplonun Hedefi Neydi?


Fethullah Gülen'in 6 Nisan 2009'da internet sitesine konulan bir konuşmada Tahşiyeciler için şunları söyledi: "Türkiye'de de Hizbul vahşetten sonra El-Kaide'yi icat ettiler. Yarın daha başka şeyler de icat edebilirler. Mesela Tahşiye diye bir şey icat edebilirler. Onları güçlendirirlerse ellerine silahlar da verebilirler. Adlarına da Tahşiyeciler derler. Sonra da Kalaşinkoflar verirler ellerine, iki yerde bir şey yapınca bunlar. Demek ki imkân bulunca bunlar da silahlanabiliyor. İnsanlara terörist damgasını vuracaklar orada" dedi

ZAMAN GAZETESİ YAZDI

Fethullah Gülen bu sözleriyle aslında operasyonun da kodlarını veriyordu. Artık görev sırası medya grubuna gelmişti. Fethullah Gülen Tahşiyecilere yönelik söylediği sözlerin ardından paralel yapının yayın organı Zaman gazetesi bu çarpıcı açıklamaları sayfalarına taşıdı

SAMANYOLU DİZİSİNİ YAPTI

STV dizisinden Taşhiyecileri hedef gösteren bir sahne






Tahşiyeciler olarak adlandırılan grupla ilgili açıklama yapan Gülen'in ardından Samanyolu'da 'Tek Türkiye' isimli dizide 'Karanlık Kurul'un icat ettiği Tahşiye Örgütü ismi kamuoyuyla paylaşıldı. Gülen senaryoyu yazmış, Zaman haberini yapmış, Samanyolu TV dizilerde bu "suç!" örgütünü açık açık hedef göstermişti. Savcıların işi artık çok kolaydı. Savcı emir verdi polis düğmeye bastı.


GÜLEN DEDİ, EMNİYET OPERASYON YAPT

Fethullah Gülen'in açıklamaların ardından Tek Türkiye dizisinde adı kamuoyu ile paylaşılan Tahşiyecilere, Emniyetteki teknik takibin ardından yasa dışı El Kaide mensuplarının deşifresine yönelik 22.01.2010 tarihinde eş zamanlı olarak başlatılan operasyon başlatıldı.

MEHMET DOĞAN GÖZALTINDA

22 Ocak 2010'da Türkiye çapında El Kaide bağlantılı yerlere düzenlenen operasyonda gözaltına alınmış ve 17 ay tutuklu kaldıktan sonra tahliye edilmişti.


Gece yarısı operasyonuyla gözaltına alınan Tahşiyecilerin lideri 66 yaşındaki Mehmet Doğan ise "Gözümde yüzde doksan oranında görme kaybı var. Ayrıca MS hastasıyım başkasının yardımı olmadan hareket dahi edemem. Şimdiye kadar örgüt kurmadım da 66 yaşından sonra mı örgüt kuracağım" diye konuştu.


KESER DÖNÜYOR,
SAP DÖNÜYOR,
BİR GÜN HESAP DÖNÜYOR!
Tahşiyeci kumpasını bozan
3 olay

Paralel'in Tahşiyeci kumpasını bozan süreç Turan'ın, Gülen'i şikâyetiyle başladı. Sonra, bombalarda 3 polisin parmak izi çıktı. Bir polis de itirafta bulununca düğmeye basıldı



"ABDEST SIRASINDA BULUNDU!"

Bir de bombaların bulunduğu ev sahibinin durumu söz konusu. Birine göre bombalar Turgut Yıldırım oradayken bulundu. Bir diğerine göre orada olması gerekiyordu. Ama apartman yöneticisine göre, "Abdest almak için banyo yaptığı sırada bulundu"

1-Bombalardan Tahşiyecilerin değil arama yapan polislerin parmak izi çıkıyor.

2-Bombalar, Zir Vadisi ve Poyrazköy'le "1365-27-00-4080"le aynı seri numarasında yer alıyor.

3-Kamera bombalar bulunduktan sonra çağrılıyor.
4-Bombalar ev sahibi abdest almaya gittikten sonra bulunuyor.

"GÜLEN İŞİN NERESİNDE? TAM GÖBEĞİNDE!"

Tam bir kumpas…

Tam bir sahte delil üretme.

Peki Fethullah Gülen bu işin neresinde?

Tam göbeğinde.

Çünkü Gülen sadece bir dini lider değil.

Bu tür operasyonların talimatını veren isim.

Tartışmasız bir numara.

Çünkü Kainat İmamı.

Onun etrafında bir, "Üst akıl" var. Operasyon kararı burada alınıyor.

Onun hemen altında operasyonel birim yer alıyor.

Bu birim, "İstihbarat, TEM, KOM ve gizli tanıktan oluşuyor.
Gizli tanık ya da imzasız bir ihbar mektubu ile düğmeye basılıyor. Bir terör örgütü icat edilip, dinlemeler başlıyor. Sonrası operasyon aşaması.

"İŞİN BİR DE MEDYA AYAĞI VAR"

Bunun hemen yanında medya yapılanması geliyor. Operasyonla elde edilen bilgiler medyaya servis ediliyor, o şahıslar itibarsız hale getiriliyor. Medya birimi, çok önemli. Hem algı oluşturuyor, hem yargıya hazırlık birimi olarak görev yapıyor. Operasyon kapsamındaki şahıslar medyada öylesine linç ediliyor ki, yargının huzuruna çıkarılıp tutuklandığında ya da mahkum edildiğinde kamuoyu buna hazır hale geliyor. Kimse niye tutuklandılar diye sorma gereği duymuyor.

İşte paralel yapının stratejik aklı böyle çalışıyor.


1-ŞİKÂYETİ DÖNEMİN TAHŞİYE YAYINEVİ SAHİBİ TURAN YAPTI


Paralel Yapı'nın emniyet ve medya uzantılarına yönelik son operasyonu getiren süreçteki soruşturmanın dönemin Tahşiye Yayınevi'nin sahibi Mehmet Nuri Turan'ın şikayeti üzerine başlatıldığı öğrenildi.

YİNE YILMAZER...
Anadolu Ajansı'na konuşan Tahşiye Yayınevi'nin eski sahibi Mehmet Nuri Turan, "24 Nisan 2009'da Emniyet İstihbarat Şube Başkanı Ali Fuat Yılmazer bizim hakkımızda bir rapor verdi emniyet müdürlüğüne. Bizlerin El Kaide, Hizbullah ve İBDA-C'yi desteklediğimize dair bir rapordu bu. Birbirlerinden alakasız üç örgüte birden bizi destekçi yaptı. Orada 20 kişinin ismi vardı. Bunlardan 7'si hakkında herhangi bir işlem yapılmadı.

Fakat 6 Mayıs 2009'da savcı Kadir Altınışık vasıtasıyla mahkemeden dinleme kararı alındı. Böylece soruşturma başladı ve büyütüldü" dedi. Dosyadan görebildiği kadarıyla soruşturmanın 2009 yılının eylül ayına kadar 'radikal Tahşiye grubu' ismiyle devam ettiğini, sonradan Tahşiye'nin tescilli bir marka olduğunun anlaşılması üzerine, 'radikal Mehmet Doğan grubu'na çevrildiğini aktaran Turan, "Hakkımızdaki ihbar mektubu da yine eylül ayında yazılmış, dosyayı güçlendirmek için. Çünkü ortada herhangi bir ihbar ve şikayet benzeri bir şey yokken bir soruşturma başlatılmış" diye konuştu. Dosyanın içini doldurmak için uydurma bir ihbar mektubunun yazıldığını ve 22 Ocak 2010'da saat 05.00'de gözaltına alındığını anlatan Turan, "Suç aleti olarak da iki tane ruhsatlı silahımı aldılar. Halen silahlarım adli emanettedir. Aynı gün bilmediğimiz bir evde bulunan bombaların üzerinde sanıklardan hiçbirinin parmak izi yoktu. Çıkan parmak izleri polislere aitti. Sonra da yok yere 17 ay hapis yattık" ifadesini de kullandı. Mehmet Nuri Turan, Fethullah Gülen, medya organları, çalışanları ve dönemin sorumlularıyla ilgili yaptığı şikayet sürecini de "Söz konusu dava kapsamında, cezaevinde tutukluyken dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın'a bir mektup yazdım. Mektup işleme konulmadı. Turan, "Çünkü o dönemde, 'mektup komisyonuna bakanların paralelci olduğu' söylendi bize. Daha sonra 2014 yılının ilkbahar aylarında, ben emniyete bir mail attım; 'böyle bir mektubumun olduğunu, neden takip edilmediğine' dair. Sonra emniyet beni davet etti. Ben de emniyette iki kere ifade verdim ve müşteki olduğumu söyledim. Emniyet, savcılık adına işlem yaptı. Doğrudan Gülen'den şikayetçi oldum. Emrini yerine getirenlerin tespit edilerek yargılanmasını istedim. Dönemin sorumlusu herkesten şikayetçiyim. O dönem yapılan yayınlarla ilgili şikayetçi oldum" sözleriyle anlattı. Turan, çağrılması halinde savcılığa gidip ifade verebileceğini de aktararak, "gizlisi saklısı" bulunmadığını söyledi.

2- 3 POLİSİN PARMAK İZİ BOMBALARDA

SABAH, 14 Aralık operasyonunun en önemli dayanaklarından olan "Parmak İzi Raporu"na da ulaştı. Rapora göre, 22 Ocak 2010'da Tahşiyeci Cemaatine yönelik operasyonda yapılan aramada bulunduğu ileri sürülen 3 adet bombanın üzerinde, aramayı yapan 3 polis memuruna ait 9 parmak izi tespit edildi. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'nün hazırladığı 17 Mart 2010 tarihli rapora göre; İstanbul Bahçelievler Şiyavuş Paşa Mahallesi Barbaros Caddesi 3'üncü Sokak'ta Turgut Yıldırım'a ait evde arama yapıldı. Aramada, üç adet el bombası ve çok sayıda mermi ele geçtiği ileri sürüldü.

KUMPASIN ÇELİŞKİLERİ
Tahşiyeci Cemaatine yönelik operasyondan sonra açılan dava, İstanbul 14'üncü Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldü. Bu davanın 9 Mart 2011 tarihli celsesinde, davanın sanıklarından Turgut Yıldırım'ın evinde arama yapan polis memurları Cemal Aslan, Kadir Gümüş ve Ahmet Keser ile evin bulunduğu apartmanın yöneticisi ve mahalle muhtarı tanık olarak dinlendi. Bu duruşmada polis memurları bomba üzerindeki parmak izleri ile bombaların bulunuş şekline ait çelişkili ifadeler verdiler. İşte o çelişkilerden bazıları: Polis memurlarından Cemal Aslan ifadesinde, bombaların arama başladıktan 1-2 saat sonra bulunduğunu anlattı. Aynı soru kendisine yeniden sorulduğunda, "tam olarak hatırlamadığını" söyledi. "Bombalar ne zaman bulundu" sorusu Kadir Gümüş'e de sorulduğunda yanıtı, "aramaya başladıktan 15-20 dakika sonra bombalar bulundu" şeklinde oldu. Bu çelişki üzerine Gümüş'e yeniden aynı soru soruldu. Bu kez durumu fark edip "hatırlamıyorum" dedi. Bir başka çelişki de polislerin bombalar bulunduktan sonraki davranışlara ilişkin oldu. Tanık Ppolis memuru Cemal Aslan ifadesinde önce "Bulduğumuz mühimmatı tutanağa geçirmek için poşetten çıkarıp yan yana dizdik. Arama kameraya alındı" dedi. Aslan, "patlama ihtimaline karşı neden ellediniz?" diye sorulunca bu kez ifadesini değiş- tirerek "Uzmanlar gelene kadar ne olduğuna bakmak için poşeti elimize aldık ve bir kenara koyduk. Poşetten çıkarmadık" dedi. Aslan bu ifadeyi verirken, bombalar bulununca çağrılan teknik ekipteki polis memuru Ahmet Keser geldiğinde bombaların dizili olduğunu, "Bir çekyatın üzerinde el bombaları olduğunu gördüm. Bunları çektim. Hatırladığım kadarıyla mermiler daha sonra bulundu" diye anlattı.

AMELİYAT ELDİVENİYLE...
Polis memurları, bombalar üzerindeki parmak izlerinin, kullandıkları eldivenlerin ya yıpranmış olması ya da o sırada takılı bulunmamasına bağladı. Polis Cemal Aslan ifadesinde aramada ameliyat eldiveni kullandıklarını anlatırken, "Ameliyat sırasında kullandığımız eldiven bir süre sonra yıpranıyor. O nedenle çıkarmış olabilirim" dedi. Kadir Gümüş, aramada kendisi ve diğer arkadaşlarının elinde eldiven olduğunu anlattı. O da diğer arkadaşı gibi eldivenin yırtılmış olabileceğini, yazı yazmak için eldiveni çıkarmış olabileceğini söyledi.

3- İTİRAFÇI POLİS AÇIĞA ÇIKARDI

Paralel Yapı'nın medya ve Emniyet'teki ayaklarına yönelik 14 Aralık operasyonuna gerekçe olan Tahşiyeciler kumpasını kıranlardan biri de itirafçı bir polisti. SABAH'ın edindiği bilgilere göre Tahşiyeciler'in evlerine bomba ve bomba malzemeleri koyup El Kaide terör örgütüne bağlamaya çalışan paralel çete, gizli tanık olan bir polisin ifadeleriyle açığa düştü. İtirafçı polis, Tahşiyeciler'in yanı sıra daha birçok operasyondaki kumpasları tek tek savcılara ve müfettişlere anlattı.

HEP AYNI TAKTİK UYGULANDI
Gülen'in dinlerarası diyalog girişimlerini ve Saidi Nursi'nin levalarını tahrif etmesini eleştiren emekli imam Mehmet Doğan ile 12 arkadaşı, 21 Ocak 2010 tarihinde gözaltına alınmıştı. Grubun Bahçelievler'deki "örgüt evi" olarak lanse edilmiş evde el bombaları, fişek, kroki ve kitaplar ele geçirilmişti. Doğan ve 10 arkadaşı tutuklanarak 17 ay cezaevinde tutuldu. Başlatılan soruşturmalarda ısrarla kendilerini aynı eldiven yalanı ile savunan polislerin gardı, 17-25 Aralık operasyonları sonrasında başlatılan Paralel Yapı soruşturmaları ile düştü. Bu soruşturmalar sırasında savcılığa başvurarak gizli tanık konumuna geçen ve yapıyla ilgili çok kritik ve hayati bilgiler veren itirafçı bir polis, tüm dengeleri bozdu. 17-25 Aralık darbe sürecinden sonra başlatılan soruşturmalarda gizli tanık olan 30'a yakın itirafçıdan biri olan polis, bomba kumpasını dakikası dakikasına anlattı. Bununla da sınırlı kalmayan itirafçı polis, ekibin diğer operasyonlarda yaptığı kumpasları da ifşa etti. İtirafçı polisin, başını Tufan Ergüder ile Mutlu Ekizoğlu'nun çektiği ekibin içerisinde yer aldığı öğrenildi. Dönemin İstanbul Terörle Mücadeleden sorumlu İl Emniyet Müdür Yardımcısı olan Ergüder'in adı, daha sonra atandığı Hakkâri Emniyet Müdürlüğü görevi sırasında MİT'e kurulmaya çalışılan bomba kumpasında gündeme gelmişti. "Tahşiyeciler" operasyonunda İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü yapan Mutlu Ekizoğ


2005 YILINDA,
2014’Ü İŞARET ETTİ

Molla Muhammed ismiyle tanınan Mehmet Doğan, Bediüzzaman hazretlerinin birinci talebesi olan, Albay Hacı Hulusi Yahyagil’in öğrencisidir.Kur’an, hadis, fıkıh çerçevesinde Risale-i nurla alakalı ilmi çalışmalar yapan Mehmet Doğan, Risale-i Nur’daki bazı cümlelere ters mana veren Fethullah Gülen ve ekibi ile ilmi olarak mücadele etmiş ve bu mücadeleyi Reddül Evham serisi ile kitaplaştırmıştır.Gülen Hareketine karşı Mehmet Doğan ilmi olarak mücadele etmiş ve tespit ettiği ilmi delilleri Rumuzul Kur’an isimli serisiyle kitaplaştırmıştır.



Doğan, Risale-i Nur’daki bazı cümlelere ters mana verdiğini ifade ettiği Fethullah Gülen ve ekibi ile ilmi olarak mücadele etmiş ve bu mücadeleyi Reddül Evham serisi ile kitaplaştırmıştır.Doğan'a göre Fethullah Gülen ve ekibi sadece Risale-i Nur’u tahrifle kalmamış, aynı zamanda Kur'an’ın bazı ayetlerine de ters mana vererek, “Yahudilik ve Hristyanlık hak dindir. Yahudiler ve Hristiyanlar Cennet’e girecektir. Onlar da kurtuluş ehlidir. Muhammedun Resulullah demeden Cennet’e girilir” gibi İslam’la ilgili olmayan iddialarda bulunmuştur.Muhammed Doğan Hoca 2005 yılında yazdığı Rumuzul Kur’an 4 adlı eserinde Gülen Hareketi'nin 2014'te sönmeye başlayacağını ifade ediyor

GİZLİ ZINDIKA KOMİTESİ


Tahşiye Yayınevi’nden Abdurrahman Aktepe müstear ismiyle Molla Muhammed Doğan’nin kaleme aldığı Rumuzul Kur'an külliyatının 4. Eseri’nde Kur’an-ı Kerim’in bir mucizesinden bahsediliyor. . Eserde, "gizli zındıka" komitesinden bahsediliyor. Yaklaşık 250 sene evvel kurulmuş bu komite, 300 kişiden müteşekkil Yahudi hahamlarından oluşuyor. Bu komite dünyada özellikle İslam âleminde ne kadar fitne ve harp ateşi varsa yakan komite olmakla birlikte alemi İslam’ın nurunu söndürmek için mücadele ediyor.

2014 İÇİN MÜJDE DE VAR
Söz konusu yazıda komitenin, İslam alemine attığı fitneler, bu fitnelerden birinin de Yahudilik ve Hıristiyanlığın hak din olduğu, onların da ehli cennet ve ehli necat (kurtuluş ehli) olduğu anlattığı aktarılıyor. Bu cereyanın vuku bulacağı söylenen yazıda, 250 senedir sönmenin eşiğindeki Hıristiyanlığın ve Yahudiliğin yeniden alevlendirildiği anlatılıyor. Ayrıca bu fitnenin 2014 yılında biteceği de vurgulanıyor. Yazıda 2014 yılıyla ilgili bir müjde de veriliyor. Yazıda Allah’ın izniyle 2014’te Hıristiyan ve Yahudilik akımının sönmeye başlayacağı söyleniyor.Doğan, 2014 yılını ifade ederken özellikle Gülen Hareketi'ni işaret ettiğini ve bunu da Kur'an'a göre belirlendiği ifade ediliyor



GÜLEN GRUBU MUHAMMED DOĞAN'I HEDEF ALDI

Mehmet Doğan ve arkadaşlarına reva görülen bu muameleyi yakın dostu ve gazeteci Murat Çetin Sabah Gazetesi'ne şöyle anlatmıştı:

Murat Çetin, “Okyanus ötesindeki zatın ve ekibinin Molla Muhammed ‘i hedef almasını üç ana başlıkta toplayabiliriz. Birincisi, Fethullah Gülen şu ana kadar Risale-i Nur camiasında bir duayen ve bilir kişi olarak kamuoyuna lanse edilmiştir. Mehmet Doğan’ın yaptığı ilmi mücadele, elindekileri kaybetme kaygısı yaşayan “Cemaat”i telaşlandırmıştır.

 İkincisi, zengin ile fakir arasında hassas bir ölçü ve yardım köprüsü olan zekat müessesi, cemaate tarafından farklı amaçlar için kullanılmıştır. Şöyle ki; İslam’ın önemli şartlarından biri olan zekat müessesi, Kur'an’ın ifadesine göre fakire verilmesi lazım gelirken Allah’ın bu hükmüne ters mana veren Gülen ekibi, zekatları hile ve hud-a ile alarak kirli işlerinde kullanmaktadırlar. Zekatın bir ibadet olduğunu ve dolayısıyla bu ibadetin Allah’ın emri dahilinde yapılması lazım geldiğini beyan eden Mehmet Doğan zekatla alakalı ilmi tespitlerini üç cilt halinde kitaplaştırmıştır. Yani bu ilmi tespitler bir nevi Fethullah Gülen ve ekibinin işlerini sekteye uğratmıştır. Neticede haksız yere toplanan paraları kısmen toplayamaz hale gelmişlerdir.

 Üçüncüsü ise; Takdir edilir ki şanlı ecdadımızın üç kıtada kılıç sallayarak yaptığı mücadele neticesinde bizlere emanet ettiği bu mukaddes topraklar, kem gözler tarafından sürekli taarruza ve tehdide maruzdur. Fethullah Gülen ve ekibi ise hoşgörü ve dinlerarası diyalog safsatasıyla milletimizi özellikle gençlerimizi uyutmaktadır. Molla Muhammed ise yazdığı eserlerle gençlerimizi teyakkuza davet ederek, planlanan oyuna karşı ilmen mücadele etmiştir.” ifadelerini kullandı



Muhammed Doğan Hoca 2005 yılında yazdığı Rumuzul Kur’an 4 adlı eserinde Gülen Hareketi'nin 2014'te sönmeye başlayacağını ifade ediyor .İşte kitapta söz konusu bölüm:
Alıntı


HAKSIZ TUTUKLAMAYA SUÇ DUYURUSU

17 ay tutuklu kalan Mehmet Doğan suç duyurusunda bulundu. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na yapılan suç duyurusunda, "Emniyet raporlarında ve devletin elindeki belgelerde açıkça görüleceği üzere paralel yapının hedef gösterdiği kişiler o zamana kadar asayişi ihlal edecek bir tek hadiseye dahi karışmamıştı. Çevrelerinde güzel ahlaklı olarak bilinen kişiler, bir gecede terörist ilan edildi. Dehşetli bir komplo ve senaryo hayata geçirildi. Biz yalnızca hakkın tecelli etmesini istiyor, suç duyurusunda bulunuyoruz" denildi.

SUÇ DUYURUSUNUN ARDINDAN İLK GÖZALTILAR

Mehmet Doğan'ın İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na yaptığı suç duyurusunun ardından; Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından Parelel yapıya yönelik bu sabah saatlerinde başlatılan operasyonda Samanyolu Televizyonu'nda yayınlanan Sungurlar ve Tek Türkiye dizilerinin yönetmeni ve yapımcısı, İstanbul Eski Terörle Mücadele Şube Müdürü ve eski Hakkari Emniyet Müdürü Tufan Ergüder, Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca, gözaltına alınan isimler oldu.


Kaynak:

sabah.com.tr  -  yeniakit.com.tr



****************

Fetullah Gülen bağımsız mı ki,
Zaman bağımsız olsun!

Ne ilginç değil mi, bir zamanlar; bu ülkenin “Genelkurmay Karargâhı”na, bu devletin “gizli belge”lerinin saklandığı “Kozmik Oda”sına girildi ama“Zaman Gazetesi’nin merkezi”ne girilemedi!.. Binadaki “Özel Güvenlikçi”sıfatlı goril, gazeteye gelen “polis”lere “kimlik” sordu ve onu “Ekrem Dumanlı’nın katı”na çıkarmadı!..
Oysa, “polis”in yapacağı tek şey; “savcının talimatını tebliğ etmek”ti!.. Evet, “ifadenizi alacağız, buyrun gelin” demekti!..
Ne var ki;
Karşısına “Ekrem’in gorilleri” dikildi ve polise “kimlik” sorma cür’etinde bulundu!..
Hani, “Paralel Devlet” diyorlar ya;
“Al sana Paralel Devlet!”
“Al sana, devlet içinde devlet!”
Güvenlikçi, polise “kimlik” sorarken; kendilerine “nöbet” yazılmış olan“toplama kalabalık”lar, bir yandan “pankart” açıyor, bir yandan “slogan”atıyorlardı!..
Öyle ya;
Hocaları, Pensilvanya’dan emretmişti;
“Direneceksiniz!.. Gidip teslim olmayacaksınız!.. Gelecekler, kendileri alacaklar!.. Teslim olursanız vebaldesiniz!”
Hidayet Karaca, gitti “teslim” oldu, dolayısıyla “vebale”(!) girdi!..
Ama, Ekrem Dumanlı direndi!..
Herhalde “rütbe”si yükselecektir!..
O PANKART!
Bu olayda. benim en çok dikkatimi çeken şey, “İngilizce ve Türkçe yazılı pankartlar” oldu!..










 Demek oluyor ki, onun da hesabını yapmışlar... Bu“pankart”lar“İngilizce” yazıldı ki; “yabancı televizyonlar”yayınladığında,“dış kamuoyu” da ne olduğunu okuyabilsin ve“Türkiye’de bağımsız medyanın susturulmak istendiğini”öğrensin!..
Öyle yazmışlar pankarta;
“Free media can not be silinced!”
Peki, “bağımsız medya” kim?..
“Zaman!!!”
Yapmayın ya hu!..
Güldürmeyin insanları!..
“Fetullah Gülen bağımsız değil ki, Zaman ve Samanyolu bağımsız olsun!”
Fetullah Gülen “bağımsız” olabilseydi; “bir öyle, bir böyle” konuşmak zorunda kalır mıydı?..
Eğer “bağımsız” olsaydı, Süleyman Demirel gibi “dün dündür” demek zorunda kalır mıydı?..
Eğer “bağımsız” olsaydı, dün söylediklerinin bugün 180 derece tersinisöyler miydi?..
PARALEL DİN ÇABASI MI?
Biliyorsunuz;
Amerika kaynaklı The Atlantic dergisi, 15 Ağustos 2013’te Fetullah Gülen’in “Antisemitizm ve Yahudilerle ilgili görüşleri”ni yayınlamıştı...
The Atlantic’in, hâlâ “Antisemitist” olup olmadığı şeklindeki sorusu üzerine; Fetullah Gülen; “Daha önce Kur’an ayetlerini yanlış anladığını”söyleyerek, sonradan “Yahudilere dair bakışının değiştiğini” açıklamış ve şöyle demişti:
“Kemali samimiyetle itiraf etmek lazım ki (Yahudilerle ilgili) ayet ve hadisleri yanlış anlamış ve yaptığım izahlarda yanılmış, olabilirim. Şunu anladım ve daha sonra belirttim ki Kur’an’da veya sünnette yer alan(Yahudilere yönelik) eleştiri ve lanetlemeler belli bir inanca bağlı insanlara değil, herhangi bir insanda olacak karakteristliğe yapılıyor.”
Bu “değişim” acaba niye?..
“İsrail’e teslim olduğu” için mi, yoksa “ayetleri de tahrif etmeye çalıştığı”için mi?..
Demek oluyor ki;
Fetullah Gülen, kesinlikle “bağımsız” değil, “İsrail’e göbekten bağımlı”dır!..
Bağımlıdır ki;
“Ayetleri tahrif etmeye” bile cür’et edip, “Paralel bir din oluşturmaya”çalışmaktadır!.. 
İŞARET... FİLM... OPERASYON!
Buradan hareketle, gelelim önceki günkü operasyonun sebeb-i hikmetine!..
Bu operasyon; “Tahşiye” adlı “sözde örgüt” üretip, bir “yayınevi” etrafında toplanan ve tek işleri “Risale-i Nur’ları şerhetmek” olan insanlara 2010yılında kurulan “kumpas” üzerine yapılmıştır ki; “yukarıdan-aşağıya doğru uzanan” örgütün, “en çok iz bıraktığı” bir operasyondur!..
Çünkü Fetullah Gülen;
“2009 yılının Nisan ayı”ndaki vaazında “Tahşiye” adlı bir “örgüt”ün kurulacağından söz edip, “işareti” vermiştir!..
Samanyolu Televizyonu da;
“Tek Türkiye” adlı dizinin “64. bölüm”ünde toplantı yapan “karanlık kurul” üyelerine, “Tahşiye adlı örgütün nasıl tehlikeli bir örgüt olduğunu”söyletmiştir!..
O günlerde; Zaman ve Bugün gazeteleri de; hem haberlerinde, hem de“yazı”larında; “Gülen neden uyardı?” diyerek, “Tahşiye”den bahsetmeye başladılar?..
Hatta, Hürriyet’ten Ertuğrul Özkök bile 9 Nisan 2009 tarihli yazısında;“Hoca, durup dururken bu konuyu niye gündeme getirdi?.. Neden böyle uyarma ihtiyacı hissetti?” diyerek, “Tahşiye”den söz etmişti!..
Akılları sıra; bu dizi ve yazılardan sonra, “Tahşiye” adlı örgüt “deşifre”olmuştu!..
Yine “Tek Türkiye” dizisinin “66. bölüm”ünde, aynı “karanlık kurul”da, bu defa, “Rahle” adlı bir örgütten söz edildi!..
Ne “tesadüf”(!)tür ki;
Tahşiye, nasıl ki “Nur talebeleri”nin toplandığı bir “yayınevi” ise, “Rahle”de, aynı insanların “diğer yayınevi” idi!.. 
Veee...
“Nisan 2009’da” verdiği “işaret”in gereğini yapan Samanyolu veZaman’dan sonra, sıra; “Yargı ve Emniyet içindeki Paralel Yapı”ya gelmişti!..
Onlar da “görev”lerini yaptılar!..
“Pensilvanya’dan gelen talimat” doğrultusunda, 22 Ocak 2010 sabahı“Tahşiye örgütü”(!)ne yönelik operasyon düzenlendi; “örgüt lideri” olarakMehmet Doğan, örgüt üyesi olarak da eski yazarımız Mustafa Kaplan ve“onlarca insan” gözaltına alındılar, tutuklandılar, “17 ay” boyunca hapis yattılar!..
DİNî KİTAPLAR SUÇ UNSURU!
Yazarımız Mustafa Kaplan; dün de yazdığım gibi, “İ’câz-ül Kur’an-1” adlı,“henüz basılmamış” bir kitap yüzünden gözaltına alınıp, tutuklandı...
Peki, “örgüt lideri” dedikleri “76 yaşında, görme özürlü ve hasta” olanMehmet Doğan’ı niye gözaltına aldılar ve ne ile suçladılar?..
Çok enteresandır...
“Dinî bir cemaat lideri” olduğu iddia edilen Fetullah Gülen’in talimatıyla hareket eden “Cemaatçi polisler”, Mehmet Doğan’ı ne ile suçlamışlar biliyor musunuz?..
“Hemen herkesin kütüphanesinde” bulunabilecek ve her “Müslüman”ın okuduğu, İmam-ı Gazali’nin “Ey Oğul” adlı kitabı ile, yine herkesin  evinde bulunabilecek Erbilli Esad Efendi’nin “Kenz-ül İrfan” adlı kitaplarını bulundurmaktan dolayı!..
Evet, evet;
“Hocaefendi” denilen zatın “işaret”iyle basılan evlerde, bu “2 kitap”ın yanısıra “Namaz” ve “Zekât”la ilgili kitapçıklar da bulunmuş ve bunlar“suç unsuru” olarak alınıp, götürülmüş!..
Hele düşünün;
“Müslüman” olduğu söylenen bir zatın “işaret”iyle,  evler basılıyor ve “dini eserler”e el konuluyor!..
Söyleyin, bu nasıl “Hoca”dır!?!..
RAKİP İSTEMİYORLAR!
Olayın, “görünen yüzü” böyle... 
Ama, aynı olayın, bir de “görünmeyen yüzü” var!..
O nedir?..
“Fetullah Gülen ve Cemaati”nin, ya da “Paralel Örgüt”ün, kesinlikle ama kesinlikle “kendine rakip kişi ve örgüt”lere tahammülü yoktur!..
Hele hele, bu kişi ve örgütler“Dinlerarası diyalog” için“saçma” demişler,“aleyhte sözler”sarfetmişlerse!..
Sizin anlayacağınız;
“Paralel Yapı”ya kim dokunmuşsa, “Dinlerarası Diyalog’un saçmalığı”üzerine kim konuşmuşsa ve de bu yapıya kim “rakip” olmuşsa, yanmıştır!..
Evet, onlara dokunan yanmıştır!..
1997’de, Işık Sigorta’ya karşı Dost Sigorta’yı kurmak istedikleri için “22 MÜSİAD üyesi” yanmıştır!..  
“Kimse Yok Mu” derneğine rakip olduğu için Deniz Feneri Derneği yanmış,İHH da yakılmak istenmiştir!..
Bunların örnekleri çok...
Ama, özetle ifade etmek gerekirse;
1978 yılında kurulan PKK, kendisine “rakip” olarak gördüğü Kawa, KUKve Rızgari gibi Kürt örgütlerini, düzenlediği “baskın”larla, nasıl ki birer birer ortadan kaldırmışsa, “Gülen’in başında bulunduğu Paralel Örgüt” de, kendilerine “rakip” olabilecek, ileride “tehlike” teşkil edebilecek “kişi ve örgütleri” teker teker ortadan kaldırmaya çalışmıştır!..
Bir zamanlar, kendilerinin de “Risale-i Nur’cu” olduklarını söyleyen bir“Cemaat”in, 2010 yılında sözde “Tahşiye Örgütü” adını verdikleri, bir başka “Risale-i Nur mensupları”na operasyon düzenlemiş olmalarının başka bir izahı yoktur!..
ASIL TERMİNATÖR KENDİLERİ!
Hani, hep diyorlar ya;
“AK Parti Hükümeti, önce Fetullah Gülen Cemaati’ni, sonra da tüm cemaatleri tasfiye edecek!.. MGK’da alınan kararlar, Türkiye’deki tüm dini cemaatleri tasfiye etmeye yöneliktir!..”
Yalan!..
Kuyruklu yalan!..
Ve de, iftira!..
“Tüm cemaatleri tasfiye etmek isteyen Hükümet değil, Gülen Örgütü’nün bizzat kendisidir!”
Asıl “terminatör”, yani asıl “yok edici” kendileridir!..
“Vasat” adlı örgüte(!) yönelik operasyonlar da, “Tahşiye” adlı örgüte(!) düzenlenen operasyonlar da, diğer “dini yapılanma”lara yönelik operasyonlar da, “diğer dinî cemaatleri kimin bitirmek istediğinin en güzel kanıtı”dır!..
Dedim ya;
“Arkalarında en çok iz bıraktıkları” operasyon “Tahşiye” adlı örgüte(!) yaptıkları operasyon olduğu için, bu defa “suçüstü” olmuşlardır!..
“2010’daki operasyon”da; bizzat Fetullah Gülen vardır, “Samanyolu ve Zaman vardır, “Paralelci Emniyet mensupları, hakimler ve savcılar”vardır!..
Anlayacağınız;
Örgüt, ilk defa bu kadar “açık” vermiş, ilk defa bu kadar “iz” bırakmış ve sonunda yakayı ele vermişlerdir!..
Olay budur!..
Fetullah Gülen, eğer “bağımsız” olabilseydi, “Üst Akıl” tarafından verilen talimatlara uyup da, “Paralel bir din” oluşturmaya çalışmazdı!..
Gülen “bağımsız” değil ki;
Zaman gazetesi “bağımsız” olsun!..
YENİAKİT / Hasan Karakaya

**************

Kumpas

Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, paralel yapıyı, ”Milli orduya kumpas kurdular” diye suçlamıştı.
Paralel yapının sadece TSK’ya değil, kendisi için tehdit olarak gördüğü cemaatlere de kumpas kurduğunu görmüş olduk.
Tahşiyeciler operasyonundan söz ediyorum.
En sonda yazacağımı en başta söyleyeyim.
Bu kadar güçlü delilleri olan bir olay, ancak bu kadar algı operasyonuna kurban edilebilir.
6 Nisan 2009 tarihinde Fethullah Gülen, Tahşiyeciler isimli bir gruptan, bunların eline silah verilebileceğinden söz ediyor.
48 saat sonra Zaman ve Bugün Gazetelerinden, ”Tahşiyecilik” yazıları dökülmeye başlıyor. Yetmiyor. STV’deki “Tek Türkiye” dizisinde, daha sonra yapılacak olan operasyon işleniyor.
Bu arada Fethullah Gülen ağzını açar açmaz Ali Fuat Yılmazer, Tahşiyecilerin telefonlarının dinlenilmesi için harekete geçiyor. Ergenekon sürecinde ne demişti hazret.
“Hayatına gir”
Tahşiyecilerin önce hayatına giriliyor, 30 Aralık tarihinde ise Bahçelievler’deki dershanelerine…
Polisler içeri girdikleri evden bombalar ve fişeklerin bulunduğu iki poşetle çıkıyorlar. Basına El Kaide bağlantılı operasyon olarak yansıyor bu olay. 122 kişi içeri alınıyor ve bir kısmı tam 17 ay sorgusuz sualsiz içeride yatıyor. Yargılama aşamasında ilginç şeyler oluyor. Bombaların üzerinden alınan parmak izleri ile 122 kişinin parmak izleri uyuşmuyor. Fakat aynı parmak izleri operasyona katılan iki polisin parmak iziyle uyuşuyor.
İsterseniz devamını İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2010/123 No’lu duruşma tutanağından takip edelim.
Avukat-Bulunan el bombaları üzerinde size ait parmak izleri bulunmuştur, bunun sebebi nedir?
Tanık-Aramalar sırasında kullandığımız ameliyat eldiveni bir süre yıpranmaktadır. Bu yüzden bir süre sonra çıkarmış olabilirim.
Bombalar bulunuyor. El Kaide gibi dünyaca ünlü bir örgüt evine arama yapmak için giden ekip her nedense işin başında yanlarına kamera almıyorlar. Bombaları bulan polis memuru, ”Malzemeleri (Bomba ve fişekleri) dizdikten sonra teknik elemanlar gelip kameraya çekmiş olabilirler” diyor. Bir de bombaların dizilme işi var. Dondurma külahı gibi. Avukatın kafasına takılıyor bu iş.
Avukat-Patlama ihtimaline binean neden uzman ekip çağrılmadı
Tanık-Bombaları elleyerek baktım, görevliler geldikten sonra bombaları sıraya dizdik.
Bombalarda parmak izi bulunan ikinci polis bu kez avukatların sorularını yanıtlıyor.
Avukat-İfadenizde eldiven taktığınızı söylediniz, rapora göre eşyalar üzerinde parmak iziniz çıktı, bunu nasıl açıklıyorsunuz
Tanık-Ben aramayı eldivenle yaptım ancak arama sırasında eldiven yırtılmış olabilir.
Ne hikmetse hep eldivenleri yırtılıyor bombayı bulan polislerin.
Bir de bombaların ellenmesi meselesi var.
İkinci polis, ”Bomba ve mermilerin bulunduğu poşetleri ellemedim”
İkinci poliste, “Kamera, bomba ve mermiler bulunduktan sonra çağrıldı” diyor.
Bir de bomba ve mermilerin ne zaman bulunduğu konusu var. Kamera çekimlerini yapan polis memuru, ”Çekyatın üzerinde el bombaları olduğunu gördüm, bunları çektim, hatırladığım kadarıyla mermiler daha sonra bulundu bunların da bulunma aşamasını kamerayla kayıt ettim”
İkinci tanık, ”Kamera bomba ve mermiler bulunduktan sonra çağrıldı”
İlk tanık, ”Malzemeleri dizdikten sonra teknik elemanlar gelip kameraya çekmiş olabilirler”
Bir de apartman yöneticisi var. Arama tutanağının altındaki imzalardan biri ona ait. İfadesinde, “Polis memurlarından birisi el bombası buldum diyerek salondaki dolaptan bir poşet çıkardı” diyor.
Avukatların sorusu üzerine, ”Ben el bombalarının bulunma aşamasını görmedim” cevabını veriyor. Aynı şahsa aynı soru üçüncü kez sorulduğunda ise ”Ben bombalar bulunduğunda evde değildim” diye karşılık veriyor. Dördüncü soruda neredeyse “Hayatta değildim” diyecek.
Bir de bombaların bulunduğu ev sahibinin durumu söz konusu.  Birine göre bombalar Turgut Yıldırım oradayken bulundu. Bir diğerine göre orada olması gerekiyordu. Ama apartman yöneticisine göre, “Abdest almak için banyo yaptığı sırada bulundu”
1-Bombalardan Tahşiyecilerin değil arama yapan polislerin parmak izi çıkıyor.
2-Bombalar, Zir Vadisi ve Poyrazköy’le ”1365-27-00-4080”le aynı seri numarasında yer alıyor.
3-Kamera bombalar bulunduktan sonra çağrılıyor.
4-Bombalar ev sahibi abdest almaya gittikten sonra bulunuyor.
Tam bir kumpas…
Tam bir sahte delil üretme.
Peki Fethullah Gülen bu işin neresinde?
Tam göbeğinde.
Çünkü Gülen sadece bir dini lider değil.
Bu tür operasyonların talimatını veren isim.
Tartışmasız bir numara.
Çünkü Kainat İmamı.
Onun etrafında bir, ”Üst akıl” var. Operasyon kararı burada alınıyor.
Onun hemen altında operasyonel birim yer alıyor.
Bu birim, “İstihbarat, TEM, KOM ve gizli tanıktan oluşuyor.
Gizli tanık ya da imzasız bir ihbar mektubu ile düğmeye basılıyor. Bir terör örgütü icat edilip, dinlemeler başlıyor. Sonrası operasyon aşaması.
Bunun hemen yanında medya yapılanması geliyor. Operasyonla elde edilen bilgiler medyaya servis ediliyor, o şahıslar itibarsız hale getiriliyor. Medya birimi, çok önemli. Hem algı oluşturuyor, hem yargıya hazırlık birimi olarak görev yapıyor. Operasyon kapsamındaki şahıslar medyada öylesine linç ediliyor ki, yargının huzuruna çıkarılıp tutuklandığında ya da mahkum edildiğinde kamuoyu buna hazır hale geliyor. Kimse niye tutuklandılar diye sorma gereği duymuyor.
İşte paralel yapının stratejik aklı böyle çalışıyor.
YENİ ŞAFAK / ABDÜLKADİR SELVİ
****************

HEM GAZETECİ HEM DE KUMPASÇI OLUNAMAZ MI?





Uzun bir beklemenin ardından nihayet, güçlü delilleriyle sağlam bir iddianameye dönüşebilecek gibi görünen somut bir suç iddiasıyla karşı karşıyayız. Konuyu yakından inceleyen Yıldıray Oğur "Görmek isteyenler için paralel devletin şu ana kadar çekilmiş en net fotoğrafı bu." diyor dünkü yazısında.
Soruşturulan konu Tahşiyeciler Davası...
1993'te Yeni Asya çevresinden kopan ve Risale-i Nur çalışmaları yapan Nurcu bir grup (ki, Fetullah Gülen bunlara Tahşiyeciler adını takıyor) Gülen Cemaati'ne karşı ciddi eleştiriler yapmaya başlayınca, Cemaat'in hedefine giriyor.
2009 yılında bizzat Gülen'in düğmeye basmasıyla birlikte örgüte bağlı polisler, savcılar ve Cemaat'in yayın organları el ele verip inanılmaz bir yok etme operasyonuna girişiyorlar. ( Bu yok etme mekanizmasının nasıl işlediğini ayrıntılı olarak öğrenmek isteyenler Yıldıray'ın yazısına bakabilirler) 120 kişi tutuklanıyor, aylarca tutuklu yargılandıktan sonra beraat ediyor ve mağduriyetleri nedeniyle şikâyetçi oluyor.
İşte "Demokrasiye ve medyaya karşı operasyon" denilen operasyon, bu şikâyet ve hukuki başvuruların sonucu... Yani, 14 Aralık gözaltıları, örgütlü kumpas iddiası hakkında yürütülen bir soruşturmaya dayanıyor.
Gelin görün ki, gürültücü bir kalabalık, tıpkı Ergenekon gözaltıları zamanında ya da Paralelci polislere karşı başlatılan soruşturmada yapıldığı gibi yeri göğü birbirine katıyor.
Anlamıyorum, ne olacaktı yani?
"Gülen Cemaati bize tuzak kurdu, evlerimize sahte belge, bomba bıraktı" diye şikâyetçi olan insanların şikâyetleri sümen altı mı edilecekti?
Türkiye'de 7 Şubat'tan bu yana devlet içinde bir yapıdan söz ediyoruz. Artık küçük bir azınlık dışında toplumun büyük çoğunluğunun varlığından hiçbir kuşku duymadığı bir yapı bu... İktidar topluma devlet içindeki bu yapıyı temizleme sözü veriyor. Biz de ısrarla bu temizliğin hukuk içinde kalarak yürütülmesini talep ediyoruz. Soyut suçlamaların artık somut adli soruşturmalara ve iddianamelere dönüşmesi gerektiğini söylüyoruz. 
Üstelik bunu sadece paralel yapının varlığına kani olan insanlar söylemiyor; Cemaat'e yakın kalemler de her fırsatta aynı lafı tekrarlıyor. "Bütün bir cemaati hedef tahtasına koyacağınıza, somut olarak suç iddialarınızı koyun ortaya. Tek tek şüpheliler hakkında adli süreçleri başlatın, kim ne suç işlediyse çıksın ortaya" diyorlar.
Peki o zaman, 14 Aralık'ta başlatılan soruşturmaya itirazın mantığı ne?
Tam da talep ettiğimiz gibi, suçun şahsiliği ilkesine uygun davranılıyor. Bir kimlik üzerinden suçlamalar yöneltmek yerine, belirlenen şüpheliler soruşturuluyor. 
Sonuçta, bu soruşturma bitince bir iddianame çıkacak ortaya ya da çıkmayacak. Çıkarsa yargılama başlayacak ve hepimiz iddiayı da savunmayı da dinleyecek, operasyonun dayanaklarının zayıf mı, sağlam mı olduğunu hep birlikte göreceğiz. Dava fos çıkarsa da, bu olayın siyasetin Cemaat'le girdiği kavgada yargıyı araçsallaştırma denemesi olduğuna hükmedecek ve eleştireceğiz.
Ama tabii Cemaat meseleye böyle bakamaz. O ne yapıp edip konuyu "özgür basına baskı" kampanyasına çevirmek zorunda... Sanki bir gazeteci aynı zamanda gizli bir örgütlenmenin parçası olamazmış ve böyle bir ilişki tespit edilip soruşturulduğunda bu, basına baskı sayılırmış gibi garip bir mantığı devreye sokup ittifaklar arıyor; özellikle de uluslararası planda bir algı operasyonu yürütüyor.
Onun açısından anlaşılır bir manipülasyon çabası bu...
Peki ama bir yıldır "Biz de paralel bir yapının devleti ele geçirmesine karşıyız elbette ama..." diye söze başlayan muhalefete ne demeli?
Son bir yılda Cemaat'le aralarında gelişen "seviyeli işbirliğinin" bir sonucu mu bu manipülasyonun gönüllü destekçisi olmaları?
Cemaatin Ergenekon sanıklarına kurduğu kumpaslara hayır, Nurculara kurduğu kumpaslara evet mi diyorlar?
Yoksa mesele sadece "Konu AK Parti'nin yıpratılması ise gerisi teferruattır" mantığının bir kere daha devreye girmesi mi?
AKŞAM GAZETESİ / Gülay Göktürk,

********************

Erdoğan, şunları söyledi;

 

Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı ve Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca'nın gözaltına alınmasına tepki göstermesini sert sözlerle eleştirdi.

"Medya dünyası girdiği kirli ilişkilerden sıyrılacaktır diye düşünüyorum. Bu kirli oyunlara boğun eğenler milletin karşısında kaybetmeye mahkumdur. Medya dünyası girdiği kirli ilişkilerden kurtulacaktır. Tarafımızı çok iyi belirlememiz lazım. Omurgalı durduğumuz zaman millet kazanacaktır. Bitaraf olan bertaraf olur. Duruşumuz çok önemli.


BİZİM SİZE İHTİYACIMIZ YOK

Dün bağımsız savcılar tarafından başlatılan soruşturma sonrasında Avrupa Birliği çıkıyor, hemen açıklama yapıyor. 50 yıldır Türkiye'yi Avrupa Birliği kapısında bekletip, operasyon yapıldığı anda sessizliğini bozdu. Kendi aklınızı kendinize saklayın. Bizim Avrupa Birliği'ne girme gibi bir derdimiz yok, biz kendi bağımızı kendimiz keseriz.

YAPILANIN YANINA KALDIĞI TÜRKİYE ESKİDE KALDI


Atılacak olan her adım hukuk içinde olacak, karar da inşallah hukuk içerisinde olacak. Hakim ve savcılarımızın korkutulmasına fırsat vermeyiz. 

Yapılanın yanına kaldığı Türkiye eskide kaldı. Basın özgürlüğü diyorlar, alakası yok. 


Biz bunları "basın özgürlüğü" ifadesinden ne demek istediklerini anlıyoruz"



Hoca’nın İddialarına Risale-i Nur Cevap Veriyor Broşürü (Yıl 1995)

İlk aslı 28.7.1995’te Hürriyet ve Sabah gazetesinde yayınlanmış olan görüş ve düşüncelerin, zaman zaman diğer gazetelere de hatta kitaplara da yansıyan ve tekzip edilmeyen anlayış şekline verilen cevapların ilk metni bunlardır.
İttihad Yayıncılık – İstanbul 
HOCA’NIN GAZETELERDE ÇIKAN BEYANATLARINA VE İDDİALARINA
RİSALE-İ NUR ÖLÇÜLERİ İLE VERİLEN CEVAPLAR
1. Hoca, Zaman Gazetesi’ndeki bir iddiasında:
"Başörtüsü, tesettür füruattır. Temel mes’eleler varken füruatın kavgasını vermek, üslub bakımından yanlış…" diyor. (Zaman)
Hürriyet Gazetesinde ise, “Kadının başını örtme meselesi, bir iman meselesi ölçüsünde önemli değildir. Allah’a karşı kulluk, umumi manada kulluk meselesi ölçüsünde önem arzetmez bunlar. Teferruata ait meselelerdir….” (Hürriyet)
Bediüzzaman Hazretleri ise tesettüre;
«Risale-i Nur’un ehemmiyetli bir esası olan tesettür şiarı…»(Kastamonu Lahikası sh:262) demekle füruat değil, aksine ehemmiyetli bir esas olduğunu nazara veriyor. 
Evet âhirzaman fitnesi­nin açık-saçıklıkla hayasızlaşan kadınlardan çıktığına dikkat çeken Bediüz­zaman Hazretleri diyor ki:
«Ahirzamanın fitnesinde en dehşetli rolü oynayan, taife-i nisa­iye ve onların fitnesi olduğu hadîsin rivayetlerinden anlaşılıyor…
Bu zamanda zındıka dalaleti, İslâmiyete karşı muharebe­sinde, nefs-i emmarenin planıyla, Şeytan kumandasına verilen fırkalardan en dehşetlisi; yarım çıplak hanımlardır ki, açık ba­cağıyla dehşetli bıçaklarla ehl-i imana taarruz edip saldırıyorlar.» (Gençlik Rehberi sh:23)
Yine Bediüzzaman Hazretleri diyor:
«Fitne-i âhirzamanın mahiyeti bana göründü ki; o fitnenin en dehşetlisi ve cazibedan, kadınların yüzsüz yüzünden çıkıyor.»(Gençlik Rehberi sh:16)
Demek tesettür mes’elesinin füruat olması şöyle dursun, ahkâm-ı kat’iye-i Kur’aniye arasında hayatî bir ehemmiyeti haizdir. Bu sebebledir ki:
«O fitneyi ateşlendiren ve talim eden irtidatkâr bir şahs-ı manevî» (Gençlik Rehberi sh:17) cereyanı, açık-saçıklığı, terk edilmez ve ettirilmez bir ifsad prensibi olarak esas alır ve din ve vicdan hürriyetlerini açıkça çiğnemek ba­hasına olarak o yolda yürür ve bütün imkânlarını kullanır.
Risale-i Nur’un mezkûr beyanı ve irşadıyla anlıyoruz ki, nass-ı âyetle farz olan tesettürün terki, haram olmakla beraber, âhirzaman fitnesine ve dolayı­sıyla âlem-i İslâm’ın mahvına vesile oluşu gibi verdiği vahim neticesi itibariyle kazandığı haramiyet vasfı, tarif edilemez derecededir.
Bu gibi sebebler iledir ki Bediüzzaman Hazretleri günah ve bilhassa açık-saçıklıkla işlenen haramlardan kaçmak demek olan takvayı esas alır ve der ki:
«Bugünlerde Kur’an-ı Hakîm’in nazarında imandan sonra en ziyade esas tutulan takva ve amel-i sâlih esaslarını düşündüm. Takva, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek; ve amel-i sâ­lih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def-i şer, celb-i nef a racih olmakla beraber; bu tahribat ve sefahet ve cazibedar hevesat zamanında bu takva olan def-i mefasid ve terk-i kebair üss-ül esas olup, büyük bir rüchaniyet kesbetmiş.
Risale-i Nur şakirdlerinin bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve günahlara karşı takvayı esas tutup davranmak ge­rektir.» (Kastamonu Lahikası sh:148)
Netice olarak deriz ki: Şeair hükmüne geçmiş olan tesettürün fitneyi önle­yici önemini anlatmak, bir hocanın asıl vazifesidir.
2. "Atatürk idarî ve askerî bir dahiydi. Zaman Gazetesi’nde Atatürk’ün fotoğrafının silindiğini görünce hemen telefon ettim ve "Bu bir rezalettir" dedim. Bu işi yapanı işten çıkardılar." (Hürriyet)
Atatürk’ü medih makamındaki bu ifadelerinde samimi ise, Allah korusun. Yok, takiyye yapıyorsa, bunu masonların yutması mümkün değil.
Ne garib bir anlayış ki matbuatta çıkan bazı yazılarda, malum ifsad cere­yanı ve mensublarının övülmesi ve onlara dostluk gösterilmesini meşru gös­termek için mevhum hikmetler anlatılırken, firavun ve Ebucehil gibi kimselere güya yapılmış olan yumuşak davranışlar örnek gösterilir. Yani bizim davranış ve tutumumuz da o cinstendir demek istenir.
Peki, sizin aldatmak istediğiniz bu kimseler, kendilerini firavun-meşreb gösteren bu yazılarınızı okumuyorlar mı? Okuyarlarsa, kim kimi aldatıyor? Yoksa millet kopkoyu cahil olup bu basitlik ve mantıksızlık veya içtimaî sah­nede oynanan ve oynattırılan dramı anlamayıp yutarlar mı zannediliyor? Heyhat!
Bediüzzaman Hazretleri diyor:
«… bizi ezmek isteyen gizli kuvvete dalkavukluk etmek gibi tedbirleri yapanların zarardan başka hiçbir menfaatleri yoktur. Sizi temin ederim; eğer bilseydim ki benden teberri etmekle kurtu­lacaksınız, beni tahkir ve ihanet ve gıybet etmeye izin verip helâl ederdim. Fakat, bizi ezmek isteyen gizli kuvvet sizi biliyor, aldanmıyor; za’fmızdan, teberrinizden cesaret alır, daha ziyade ezer.» (Tarihçe-i Hayat sh: 431)
Hoca bu sözleri ve davranışıyla, Mustafa Kemal taraftarlarına yaklaşmış ve milletin de bunlara yanaşıp dost olmaları için malûm sol cereyanın neşriyal imkânlarıyla geniş çapta telkinde bulunmuş oldu. Bediüzzaman ise hayatı boyunca her türlü meşakkatlere, hapis ve zindanlara tahammül ederek asla onlara yanaşmamıştır.
Bununla alâkalı kısımlardan birkaç kısa parçalardan bazı cüz’î numuneleri aynen şöyledir:
«Bütün mekteblerde ve dairelerde ve halkta, o ölmüş dehşetli adamın muhabbeti telkin ediliyor. Bu hal ise, âlem-i İslama ve is­tikbale pek elîm ve acı bir tesiri olacaktı.
Şimdi ihtiyarımızın hari­cinde onun mahiyeti ne olduğunu, en başta ve en ziyade alâkadar ve en son ondan vazgeçecek adamların ellerine kat’î hüccetler gösteren ve isbat eden Risale-i Nur geçmesi, kemal-i me­rak ve dikkatle okunması öyle bir hâdisedir ki; bizler gibi binler adam hapse girse, hattâ idam olsalar, Din-i islâm cihetiyle yine ucuzdur.
Hiç olmazsa küfr-ü mutlaktan ve irtidaddan en mütemerridleri bir derece kurtarır, meşkuk bir küfre çıkarır, mağrurane ve cür’etkârane tecavüzlerini ta’dil eder. Mahkemede son söz olarak yüzlerine söylediğim bu cümle:
"Milyonlar kahraman başlar feda oldukları bir kudsî hakikata, başımız dahi feda olsun!" ile, bizim nihayete kadar sebat edeceğimizi dava etmişiz. Bu davadan vazgeçilmez. İçinizde vazgeçecek yok ümid ediyorum.» (Şualar sh:338)
«Bana hücum eden garazkârların en esaslı sebebi; Mustafa Kenıal’in dostluğu ve tarafgirliği vesilesiyle beni eziyor­lar…
kahraman ordunun ve bilfiil asker ve asker başında çalı­şan cesur zabitlerin zaferleri ve şerefleri Mustafa Kemal’e verilmez. Belki kusurlar, hatalar yalnız ona verilir diye beni onu sevmemekle ittiham edenleri, kahraman orduyu sevmemekle ve şereflerini kırmakla ittiham edip onlara hain-i millet nazarıyla bakıyorum…
Evet çok emarelerle bildik ki; bana hücum edenleri tahrik eden, Mustafa Kemal’e itirazımdır ve ona dost olmadığımdır…
ben onun dostluğunu bırakıp, onun yerinde, ehemmiyetli bir zamanda içinde bulunduğum ve tesirli hizmet et­tiğim o ordunun dostluğunu aldım.» (Emirdağ Lâhikası-I sh:284-285)
«İşte hak ve hakikatin bu düstur-u esasiyesine bütün bütün muhalif olarak müsbet terakkiyat ve hasenat o müdhiş başlara ve menfi icraat ve seyyiat bîçare milletlerine verilmesiyle; nefret-i âmmeye lâyık olan o şahıslar, -istidrac cihetiyle- ehl-i gaflet tarafından bir muhabbet-i umumiyeye mazhar olurlar.» (Şualar sh:594)
«Denizli Müdafaatında izahı ve isbatı bulunan bir mes’elenin kısacık bir hülâsasıdır.
Bir dehşetli kumandan deha ve zekâvetiyle ordunun müsbet hasenelerini kendine alıp ve kendinin menfî seyyielerini o orduya vererek, o efrad adedince haseneleri, gazilikleri bire indirdiği ve seyyiesini o ordu efradına isnad ederek onların adedince seyyieler hükmüne getirdiğinden dehşetli bir zulüm ve hilaf-ı hakikat ol­masından, ben kırk sene evvel beyan ettiğim bir hadîsin o şahsa vurduğu tokada binaen, sabık mahkemelerimizde bana hücum eden bir müddeiumumiye dedim: Gerçi onu hadîslerin ihbarıyla kırıyorum, fakat ordunun şerefini muhafaza ve büyük hatalardan vikaye ederim. Sen ise birtek dostun için Kur’anın bayrakdan ve âlem-i İslâm’ın kahraman bir kumandanı olan or­dunun şerefini kırıyorsun ve hasenelerini hiçe indiriyorsun." de­dim, tnşâallah o müddeî insafa geldi, hatadan kurtuldu.» (Şualar sh:378)
Demek onu medhetmek, orduyu ve ecdadı zemmetmektir, hem bir önceki ifade ile de, hain-i millet vasfıyla tavsif olunuyor.
«Ey efendiler! Bilirim ki, hak noktasında mağlub olduğunuz zaman, kuvvete müracaat edersiniz. Kuvvet hakta olduğu, hak kuvvette olmadığı sırnyla; dünyayı başıma ateş yapsanız, hakikat-ı Kur’aniyeye feda olan bu baş size eğilmeyecektir.»(Mektubat sh:424)
Yine Bediüzzaman Hazretleri aynı cereyana hitaben diyor ki:
«O zalim, dünyaca büyük makamlarda bulunan bedbahtlar de­diler: "Sen yirmi senedir birtek defa takkemizi başına koymadın, eski ve yeni mahkemelerin huzurunda başını açmadın, eski kıya­fetin ile bulundun. Halbuki onyedi milyon bu kıyafete girdi." Ben de dedim: Onyedi milyon değil, belki yedi milyon da değil, belki rı­zasıyla ve kalben kabulüyle ancak yedi bin Avrupaperest sar­hoşların kıyafetlerine ruhsat-ı şer’iye ve cebr-i kanunî cihetiyle girmektense; azimet-i şer’iye ve takva cihetiyle, yedi milyar zâtların kıyafetlerine girmeyi tercih ederim.» (Şualar sh:290)
«Madem hakikat budur, biz de bütün kuvvetimizle deriz: Ey dinini dünyaya satan ve küfr-ü mutlaka düşen bedbahtlar! Elinizden ne gelirse yapınız. Dünyanız başınızı yesin ve yiyecek! Yüzer milyon kahraman başlar feda oldukları bir kudsî hakikata, başımız dahi feda olsun! Her ceza ve idamınıza hazı­rız!» (Şualar sh:280)
«Kardeşlerim! Madem bir kısmın mahiyetleri bu tarzdır; on­lara, o kısma teslim olmak, bir nevi intihardır; İslâmiyetten pişman olmaktır, belki dinden insilah etmektir.» (Şualar sh:335)
Yine aynı muhatablarına hitab eden ve onlardan uzak durduğunu anlatan Üstad Bediüzzaman’m hitabının bazı ifadeleri de aynen şöyledir:
«Evet hakikî Türklere pek hakikî dostane ve uhuvvetkârane münasebetdar olduğum halde, böyle sizin gibi firenk-meşreblerin Türkçülüğü ile hiçbir cihette münasebetim yoktur.» (Mektubat sh:430)
«Herbir hükümette muhalifler var. Asayişe ilişmemek şartıyla, kanunen onlara ilişilmez. Ben ve benim gibi dünyadan küsmüş ve yalnız kabrine çalışanlar; elbette bin üçyüzelli senedej ecdadımızın mesleğinde ve Kur’anımızm daire-i terbiyesinde ve her zamanda üçyüzelli milyon mü’minlerin takdis ettiği düsturlarının müsaade ettiği tarzda hayat-ı bakiyesine çalışmayı terkedip; gizli düşman­larımızın icbarıyla ve desiseleriyle fâni ve kısacık hayat-ı dünyeviyesi için, sefihane bir medeniyetin ahlâksızcasına belki bir nevi bolşevizmde olduğu gibi vahşiyane kanunlara, düstur­lara tarafdar olup onları meslek kabul etmekliğimiz hiç mümkün müdür? Ve dünyada hiçbir kanun ve zerre mikdar in­safı bulunan hiç bir insan bunları onlara kabul ettirmeğe cebret­mez. Yalnız o muhaliflere deriz: Bize ilişmeyiniz, biz de ilişmemi­şiz.
îşte bu hakikata binaendir ki; Ayasofya’yı puthane ve Meşihat’ı kızların lisesi yapan bir kumandanın keyfî kanun namındaki emirlerine fikren ve ilmen tarafdar değiliz ve şahsımız itiba­riyle amel etmiyoruz.» (Şualar sh:394)
3. "Allah da bana, benim için ızdırap kaynağı olan "…cı"yla "…cu"yla ceza veriyor, bu "…cı’yı "…cu"yu bir ölçüde atabilirsem…(Hürriyet)
"Aslında "…cı" dan, "…cu" dan rahatsız oluyorum. Çünki bunlar toplumu bölücü şeylerdir." (Hürriyet)
Cemaatleri ve bilhassa dinî cemaatleri ifade etmek için kullanılan “…c.ı” dan, "…cu" dan rahatsız olduğunu söyleyip bunları bölücülükle itham eden hoca, bu ifadeleriyle bilhassa Risale-i Nur’u ve Hazret-i Bediüzzaman’ı tenkid etmiş oluyor. Zira Türkiye’de bu tenkid tarzıyla dinî cemaatlar kasdolunur ve ekseriyetle dine muhalif olan taraf kullanılır. Solcular hakkında ise daha çok "…izm", "…izimler" kullanılmıştır. Eğer Bediüzzaman da "…cı, …cu"ları iste­mez deniliyorsa "Nurcu" ve "Nurcu"lar, Risale-i Nur’da müsbet manada çok miktarda geçer. Meselâ:
«Aziz, sıddık kardeşlerim!
Merak etmeyiniz, biz inayet altındayız. Zahiren zahmetler al­tında rahmetler var. Ehl-i vukufu mecbur etmişler ki, bir parçasını çürütsünler. Elbette onların kalbleri Nurcu olmuş.»(Şualar sh:514)
Yine ehl-i vukufa hitab ediliyor:
«Benim bedelime siz, Risale-i Nur’un bir kısım mühim fıkrala­rını neşredip bir cihette Nurcu olduğunuzu isbat ettiniz.»(Şualar sh:429)
«Biz de bir hiss-i kablelvuku’ ile hissediyoruz ki, ileride bu kü­çük masum mahluklarda büyük Nurcular çıkacak. Ve ileride Nur’un has şajsirdleri olacak ki, bu vaziyeti gösteriyorlar.»(Emirdağ Lâhikası-II sh:102)
«Pek çok mahpuslar Nurlara ve Nurculara cidden alâkadarlık sebebiyle tamamıyla ıslah-ı hal edip vatan ve millete değil muzır, belki birer hizb ve uzv-u nâfi’ hükmüne geçtiler.»(Emirdağ Lâhikası-II sh:50)
Daha bunun gibi hayli örnekler vardır.
O halde "…cı, …cu’lardan rahatsız olmak ve bölücülükle itham etmek, Ri­sale-i Nur’a ve Hazret-i Bediüzzaman’a dokunmaz mı?
Hem de bu "…cı, …cu’ları kaldırmak istemek, Âdem Aleyhisselâmdan beri kıyamete kadar devam edecek olan iman-küfür mücadelesini, yani en geniş tekâmül kanunu olan mübareze kanununu kaldırmak istemekle, hak-batıl karması olan decliyete kuvvet vermek gibi acib bir iddia olmaz mı?
Hem eskidenberi asıl bölücü olan muarızlar tarafından "…cı, …cu"larda ve bölücülükle itham edilmek istenen dinî cemaatler, asırlardan bu yana de­vam edip gelen ve İslâmiyete büyük hizmetler veren müslümanların faal kıs­mıdır, bu cemaatları âyet ve hadîsler, te’yid ve teşvik eder. İslama verilen za­rar cemaatların varlığından gelmez. Belki dehşetli zararlar; meslek taassubu ve tarafgirliği ve şer’î delillere dayanmayan menfi tenkidler ve bulaşılan bid’aları hizmet namına meşru göstermek için cerbezeli te’villerle yapılan neşriyat ve reislik hırsına kapılmak gibi davranışlardan geliyor.
Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:
«Ey dinî cerideler! Maksadımız: Dinî cemaatlar maksadda ittihad etmelidirler. Mesalikte ve meşreblerde ittihad mümkün olmadığı gibi, caiz de değildir. Zira taklid yolunu açar ve "Neme lâzım, başkası düşünsün" sözünü de söylettirir.» (Hutbe-i Şâmiye sh:99)
Demek müsbet dinî cemaatlar, hizmet-i diniyede gayretin artmasına sebebdir. O halde cemaat ve cereyanların varlığını değil, ihtilafa sebeb olan mezkur manadaki menfî davranışları ıslah niyetiyle ve hakaik-ı diniyeyi muhafaza kasdıyla ve ilmî ve şer’î usûle uygun tenkidler, yani tashihler yapılır. Böyle tenkidler, müslümanlar arasında bir gıybet ve ihtilaf değil, bir vazifedir.
Bediüzzaman Hazretleri bu şer’î kaideyi nazara verip der ki:
«Saik-i tenkid, aşk-ı hak ve arzu-yu tenzih-i hakikat olmalı. Selef-i sâlihînin tenkidleri gibi.» (Sünuhat Tuluat Işarat sh:91)
Evet «En müdhiş maraz ve musibetimiz, cerbeze ve gurura istinad eden tenkiddir. Tenkidi eğer insaf işletirse, hakikati rendeçler. Eğer gurur istihdam etse tahrib eder, parçalar.»(Hutbe-i Şamiye sh:140)
Amma bu "…cı, …cu"lardan yalnız şer cereyanları kasdediliyorsa, bunu açık ifade etmek zarureti var. Çünki Türkiye’de bu itham ifadesini ekseriyetle dine muhalif olanlar kullanırlar. Mes’elenin garib tarafı, rahatsızlık eğer kıya­mete kadar devam edecek olan bu cereyanlardansa, o halde onlara gösteri­len dostlukla bu üzülme tezad teşkil etmesidir.
«Evet inkâr edilmez ki; kâinatta dinsizlik ile dindarlık, Âdem zamanından beri cereyan edip geliyor ve kıyamete kadar gidecektir.» (Tarihçe-i Hayat sh:241)
dendiği gibi bu iki mütezad cereyanın varlığı devam edecektir. O halde âlem-i İslâm’a yapılması emredilen dostluk ve kardeşliği, dost görünen sinsî düşmanlara çevirip onlarla dost olmak Kur’an: (3:118) (4:144) (5:151) ve em­sali âyetleriyle bildirilen şiddetli tehdide girer.
Avam tabakasına, hâmiyetkarlık edasıyla ve halâskarlık tantanalarıyla gö­rünüp sinsice ifsad eden cereyana hitaben Bediüzzaman Hazretleri der ki:
«Altıncı kısım ki, gençlerdir. Onlann iyilerine karşı ciddî uhuv­vetimiz var. Senin gibi mülhidlere karşı hiçbir cihetle dost­luğumuz yok! Çünki ilhada giren ve Türkün hakikî bütün mefahir-i milliyesini taşıyan islâmiyet milliyetinden çıkmak isteyen adamları Türk bilmiyoruz, Türk perdesi altına girmiş firenk telakki ediyoruz! Çünki yüzbin defa Türkçüyüz deyip dava etse­ler, ehl-i hakikati kandıramazlar. Zira fiilleri, harekâtları, onların davalarını tekzib ediyor.» (Mektubat sh:423)
4. "Nereye verirseniz verin, fakat mutlaka oy verin. Bu millet alışsın buna. Demokrasiye alışsın." (Hürriyet)
5. "Demokrasi bir süreçtir. Geriye dönülmesi mümkün değil. İnanan insanlarda en az başkaları kadar demokrasinin nimetlerinden yararlan­malı." (Sabah)
Bu iddialara cevab olarak, Ittihad Yayıncılık’ta neşredilen "İslâm ve De­mokrasi" broşürüne havale ederiz.
6. "Atatürk bu milletin başına gelmiş bir insandır. Memleketi idare etmiş. Ona hakaret benim milletime hakarettir… Devletin başına gelmiş bir insana karşı hakaret ettirmem. Dinde herhangi bir insanı yerin dibine batırma gibi bir vazife ve sorumluluk yoktur…. Devletin başından gelmiş geçmiş insan büyük insan demektir." (Sabah)
Hoca Risale-i Nur’un zıddını söylüyor. Şöyle ki:
«Bir zaman, dünyanın bir büyük makamını işgal eden küçük bir insan, şöhretperestlik yolunda büyük bir kabahat işlemekle, âlem-i İslâmm nazarında maskara olduğu vakit, geçen temsilin mealini ona ders verdim; başına vurdum. İyi sarstı. » (Mektubat sh:414)
Devlet başına geçen insana büyük demek ile insanın makbuliyetindeki değerlendirmede dinî ölçünün tamamen zıddına gidildiğinden ele alınacak ta­rafı yoktur. Bedihî mes’elelerle meşgul olunmaz. Ancak Bediüzzaman ne demiştir, ona bakalım:
«Yine kararnamenin aynı sahifesinde, Said Nursî’nin mahkû­miyetinin bir sebebi olarak yazmışlar ki:
"Bütün ömrünü Türk vatanının dahilî ve haricî türlü tecavüz­lerden kurtulmasına hasr-ı vakfeden, Türkiye Cumhuriyeti’nin banisi ve Türk istikbal ve istiklâlinin sâdık ve fedakâr hadimi olan Atatürk’ü Süfyan ve İslam Deccalı, tagut, dalalet zındıka komite­sinin firavunmeşreb reisi, ehl-i dalâletin dehşetli şahsiyeti diye vasıflandırmak ve bu suretle her Türk’ün kalbinde kökleşen Ata­türk’ün sevgisini gönlünden sarsarak ve ona âlet olan has adam­larına münafık, mülhid demesi büyük bir suçtur diye mahkûm ediyoruz."
Cevab: Yine Nur’un hapse girmiş bir kısım talebeleri diyorlar ki: Bu vatan ve milletin istikbalini ve istiklâlini mahveden onun icraatı olduğuna bir delil şudur: Bu vatandaki milletin bin seneden beri Hristiyanm dehşetli umum devletlerine karşı 350 milyon manevî ihtiyat kuvveti hükmünde olan âlem-i İslam bütün ruh u canıyla bu vatandaki millete uhuvveti ve irtibatı ve düşma­nın bu vatana hücumu vaktinde o muazzam manevî ordu ağlaması ve itiraz etmesi içindir ki; 70-80 bir zaman 120 milyon Osmanlı Devleti o dindar raiyetiyle 400 milyon Hristiyan devletlerine karşı istiklâlini, istikbalini muhafaza ediyordu. İşte o reis, bu ihtiyat kuvveti bu vatan ve milletin aleyhine çevirmesi ve bir ci­hette istiklâlini, istikbalini mahvettiği halde; nasıl istiklâl ve istikbalini muhafaza ediyor ve kurtarmış denilebilir?» (Emirdağ Lahika mektublanndan)
Ayrıca, Emirdağ Lâhikası-ll sahife 31’deki "Lozan’ın İç Yüzü" adlı parça ve devamına da bakınız.
AVRUPAPERESTLERE YAKINLAŞMA
Hocanın Zaman Gazetesi’nde yayınlanan çok garib bir iddiasında
«Aslında toplum içindeki firavunlarla dahi uyum içinde yaşamasını bilemeyen böyle bir insanın, şahs-ı manevîyi temsil adına kabiliyetli ol­duğu söylenemez.» diyor.
İddiaya göre firavunlarla uyum içinde yaşamak, dinî üstün bir meziyet diye nazara veriliyor. Mezkûr iddianın Risale-i Nur’la ne kadar tezadî durumda ol­duğunu anlamak için şu ikaz ve derslere bakalım:
Hak ve bâtılın karşı karşıya gelmesiyle meydana gelen mübareze kanunu neticesi olarak ebrarın esrardan nefretle uzak durmaları, sahabeler devrinde en ileri derecede olduğundan sahabelerin üstün bir kemalat kazandıkları, sonraları ise mübareze kanunu zayıflamakla ebrar ve esrar arasındaki me­safe azalarak içice girip, ebrarın esrara karışmasıyla şerre nefret edilemez olup ahlâk-ı içtimaiyenin bozulduğunu beyanla asrımızın dikkatini çeken Hazret-i Üstad diyor ki:
«Sahabeler, ekseriyet-i mutlaka itibariyle kemalât-ı insaniyenin en a’lâ derecesindedirler. Çünki o zamanda, o inkılab-ı azîm-i İslâmîde hayır ve hak bütün güzelliğiyle, şer ve bâtıl bütün çirkinliğiyle görülmüş ve maddeten hissedilmiş. Şer ve hayır orta­sında öyle bir ayrılık ve kizb ve sıdk mabeyninde öyle bir mesafe açılmıştı ki, küfür ve iman kadar, belki Cehennem ve Cennet kadar beynleri uzaklaştı.…… Halbuki o zaman­dan sonra, git gide ve gele gele sıdk ve kizb ortasındaki me­safe azala azala, omuz-omuza geldi. Bir dükkânda, ikisi be­raber satılmağa başladığı gibi, ahlâk-ı içtimaiye bozuldu.» (Sözler sh:489) (1)
(1) “Şualar 587p.l’de beyan olunan dördüncü devrenin ana hususiyeti "vaziyeti muhafazaya çalışır" şeklinde ifade edilmiştir. Yani hak-batıl karması ve ehl-i hak ile ehl-i dünyanın ihtilatı ve dostluğunu telkin edip mezkûr manadaki decliyeti muhafazaya çalışılacak demek oluyor.
O halde 4. devrede muhdes hâdiseler, ekseriyetle bu decliyeti muhafaza maksadına göre ihdas olunur ve hâdisenin arkasından da bütün neşriyat yollarıyla aynı maksada vesile edilecek şekilde o hâdiseler tefsir edilerek telkinler sürdürülür.
Şu halde geniş dairede ihdas olunan hâdisenin arkasında ehl-i nifakın neşriyat ve telkinlerinden maksadlarını anlayan ve aldatılamayan ferasetli mü’minler, şer’î usûle uygun ikazatta bulunmaları gerekiyor.
Risale-i Nur mesleğinde bu ikazlar Risale-i Nur’un dersleriyle ve neşriyle yapılır.
İşte bu derste anlatılan zararlara düşmemek için mimsiz medeniyet ehline yanaşmamak gerektiğine dikkat çeken Hazret-i Üstad şu ikazda bulunuyor.
«Ey uykuda iken kendilerini ayık zannedenler! Umûr-u diniyede müsamaha veya teşebbühle medenîlere yanaşmayın. Çünki aramızdaki dere pek derindir. Doldurup hatt-ı muvasalayı temin edemezsiniz. Ya siz de onlara iltihak edersiniz veya da­lalete düşer boğulursunuz.» (Mesnevî-i Nuriye sh:126)
Hattâ Bediüzzaman Hazretleri daha çok zamanımıza bakan ehemmiyetli bir mektubunda eğer ehl-i dünyaya yanaşıp temas etmiş olsaydı binler adamlar Risale-i Nur’a girip neşredeceklerini ve mahkemelerle eziyetler de vermeyeceklerini fakat buna rağmen o ehl-i dünyaya yanaşmamak gerektiğini ders verir ve der ki:
«Aziz, sıddık kardeşlerim!
[Hem manevî, hem maddî birkaç cihette sorulan bir suale mec­buriyet tahtında bir cevabdır.]
Sual: Neden ne dâhilde, ne hariçte bulunan cereyanlara ve bilhassa siyasetli cemaatlara hiçbir alâka peyda etmi­yorsun? Ve Risale-i Nur ve şakirdlerini mümkün olduğu kadar o cereyanlara temastan men’ ediyorsun. Halbuki eğer temas etsen ve alâkadar olsan, birden binler adam Risale-i Nur daire­sine girip parlak hakikatlarını neşredeceklerdi; hem bu ka­dar sebebsiz sıkıntılara hedef olmayacaktın!
Elcevab: Bu alâkasızlık ve içtinabın en ehemmiyetli sebebi: Mesleğimizin esası olan "ihlas" bizi men’ediyor. Çünki bu gaflet zamanında, hususan tarafgirane mefkureler sahibi, herşeyi kendi mesleğine âlet ederek, hattâ dinini ve uhrevî harekâtını da o dünyevî mesleğe bir nevi âlet hükmüne getiriyor. Halbuki hakaik-i imaniye ve hizmet-i nuriye-i kudsiye, kâinatta hiçbir şeye âlet olamaz. Rıza-yı İlahîden başka bir gayesi olamaz. Halbuki şimdiki cereyanların tarafgirane çarpışmaları hengâmında bu sırr-ı ihlası muhafaza etmek, dinini dünyaya âlet etmemek müşkilleşmiş. En iyi çare, cereyanların kuvveti yerine, inayet ve tevfik-i İla-hiyeye dayanmaktır.» (Emirdağ Lâhikası-I sh:38)
Ehemmiyetine binaen aynı mes’eleyi teyid eden diğer bir mektubunda şöyle der:
«Aziz, sıddık, sebatkâr, muhlis kardeşlerim!
Hem maddî hem manevî, hem nefsim hem benimle temas eden­ler gayet ehemmiyetli benden sual ediyorlar ki: "Neden herkese muhalif olarak -hiç kimsenin yapmadığı gibi- sana yardım edecek çok ehemmiyetli kuvvetlere bakmıyorsun? İstiğna gösteriyorsun?……
Elcevab: Bu zamanda ehl-i iman öyle bir hakikata muhtaçtırlar ki; kâinatta hiçbir şeye âlet ve tâbi’ ve basamak olamaz ve hiç bir garaz ve maksad onu kirletemez ve hiçbir şübhe ve felsefe onu mağlub edemez bir tarzda iman hakikatlarını ders versin. Umum ehl-i imanın bin seneden beri teraküm etmiş dalaletlerin hücu­muna karşı imanları muhafaza edilsin.
İşte bu nokta içindir ki, dahilî ve haricî yardımcılara ve ehemmiyetli kuvvetlerine, Risale-i Nur ehemmiyet vermi­yor, onları arayıp tâbi’ olmuyor., tâ avam-ı ehl-i imanın naza­rında, hayat-ı dünyeviyenin bazı gayelerine basamak olmasın ve doğrudan doğruya hayat-ı bakiyeden başka hiçbir şeye âlet olma­dığından, fevkalâde kuvveti ve hakikati, hücum eden şübheleri ve tereddüdleri izale eylesin.» (Emirdağ Lâhikası-I sh:74)
Şefkat tokatları bahsinde, bahsimizle alâkadar üç numune:
«Şekva olmasın, Üstadımın en mühim bir düsturu olan iktisada ve kanaata riayet etmediğimden fakr-ı hale maruzum. Hodbin, mağrur insanlarla ihtilata mecbur olduğumdan -Cenab-ı Hak afvetsin- mürüvvetkârane bir surette riyaya ve tabas­busa da mecbur oluyordum. Üstadım çok defa beni ikaz ve ihtar ve tekdir ediyordu. Maatteessüf kendimi kurtaramıyordum. Halbuki Kur’an-ı Hakîm’in ruh-u hizmetine zıd olan bu vaziyetimden şeytan-ı cinnî ve insî istifade etmekle beraber hizmetimize de bir soğukluk, bir fütur veriyordu.
îşte ben bu kusuruma karşı şiddetli, fakat inşâallah şefkatli bir tokat yedim. Şübhemiz kalmadı ki; bu tokat, o kusura binaen gel­miş. O tokat da şudur: Sekiz senedir ben, Üstadımın hem muha­tabı, hem müsevvidi, hem mübeyyizi olduğum halde, sekiz ay ka­dar nurlardan istifade edemedim. Bu hale hayret ettik. Ben de ve Üstadım da "Bu neden böyle oluyor?" diye esbab arıyorduk. Şimdi kat’î kanaatimiz geldi ki: O hakaik-i Kur’aniye nurdur, ziya­dır. Tasannu, temellük, tezellül zulmetleriyle birleşemiyor. Onun için bu nurların hakikatlarınm meali, benden uzaklaşıyor tarzında bulunarak, bana yabanî görünüyor, yabanî kalıyordu. Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyorum ki: Bundan sonra Cenab-ı Hak bana o hizmete lâyık ihlas ihsan etsin, ehl-i dünyaya tasannu’ ve riyadan kurtarsın. Başta Üstadım olarak, kardeşlerimden dua rica ediyorum.» (Lem’alar sh:44)
«Dokuzuncusu: Büyük Hafız Zühdü’dür. Bu zât, Ağrus’taki Nur talebelerinin başında nazırları hükmünde olduğu bir zaman, Sünnet-i Seniyeye ittiba ve bid’alardan içtinabı meslek ittihaz eden talebelerin manevî şerefini kâfi görme­yerek ve ehl-i dünyanın nazarında bir mevki kazanmak emeliyle mühim bir bid’anın muallimliğini deruhde etti. Tamamıyla mesleğimize zıd bir hata işledi. Pek müdhiş bir şefkat tokadını yedi.» (Lem’alar sh:45)
«Onuncusu: Hafız Ahmed (RH) namında bir adamdır. Bu zât, risalelerin yazmasında iki üç sene teşvikkârane bir surette bulu­nuyordu ve istifade ediyordu. Sonra ehl-i dünya, zaîf bir dama­rından istifade etti. O şevk zedelendi. Ehl-i dünyaya temas etti. Belki o cihetle ehl-i dünyanın zararını görmesin, hem onlara sözünü geçirsin ve bir nevi mevki kazansın ve dar olan maişetine bir suhulet olsun.» (Lem’alar sh:45)
«Üstadımız diyor ki: Mahkemelerin te’hirinde hayır var. Şim­diye kadar Nur’a ve Nurculara verilen zahmetler, rahmetlere dönmesi gösteriyor ki; bu te’hirde de hayırlar var ki, birisi bu ol­mak ihtimali var:
Hariç âlem-i İslâm’da Nur’un ehemmiyetli tesire başlaması ve inkişaf ve intişarı ve buranın siyasîleri Avrupa’ya bir rüşvet olarak bir derece Avrupalaşmak meylini göstermesi, hariçte zannedilmekle mahkemelerce Nur’un serbestiyet-i tâmmesi için karar vermek, hariç âlem-i islâm’da Nurların hakikî ihlasma böyle bir şübhe gelecekti ki: ya Nurcular riyakârlığa mecbur olmuş­lar veyahut böyle medenîleşmek fikrinde olanlara ilişmi­yorlar, za’f gösteriyorlar diye Nur’un kıymetine büyük za­rar olduğu için bu te’hir o evhamları izale eder. Ve isbat ediyor ki: Otuz seneden beri (şimdi yetmiş seneden beri Naşir) İslâmiyetin şiarına mu­halif şeylere baş eğmiyorlar.»(Emirdağ Lâhikası-II sh:107)
Bir hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor:
Yani: Üç kimseye hürmet yapılmaz: Fışkı açık işleyen fasık, hevasına uyan kişi, zalim hükümdar.» (Rumuz-ul Ehadîs sh:267)
Diğer bir hadiste de şöyle buyuruluyor.
Yani: Bir kimse bir sahib-i bid’atı ağırlarsa, İslâm’ın yıkılmasına yardım etmiş olur.» (Beşyüz hadîs sh:481)
Bu ve benzeri hadislerden anlaşılıyor ki; dine zarar veren bid’atlar, mil­letçe takbih ile, revaç bulmasını önlemek yerine, hüsn-ü kabul ve mü­samaha ile karşılanırsa, nefis ve hevese hoş gelen bid’at çabuk intişar eder ve dinî ve manevî hayatın temeli olan şeair zayıflar. Hattâ cemiyetçe, şeair hoş karşılanmamak gibi acib vaziyet doğar ki, bu durum âhirzaman fitnesinin dehşetli vasfından biridir.
Ehl-i dünyaya yanaşmamakla beraber, menfi tarzda dahi meşgul olmamak hakkında bir sual ve cevabı:
«Üçüncü vehimli sual: Ehl-i dünya diyorlar ki: Sen bizi sever misin? Beğeniyor musun? Eğer seversen, neden bize küsüp karışmıyorsun? Eğer beğenmiyorsan bize muarızsın; biz muarızlarımızı ezeriz?
Elcevab: Ben değil sizi, belki dünyanızı sevseydim, dün­yadan çekilmezdim. Ne sizi ve ne de dünyanızı beğenmiyo­rum. Fakat karışmıyorum. Çünki ben başka maksaddayım; başka noktalar benim kalbimi doldurmuş, başka şeyleri düşün­meye kalbimde yer bırakmamış. Sizin vazifeniz ele bakmaktır, kalbe bakmak değil! Çünki idarenizi, asayişinizi istiyorsunuz. El karışmadığı vakit, ne hakkınız var ki, hiç lâyık olmadığınız halde "kalb de bizi sevsin" demeye…» (Mektubat sh:68)
Hazret-i Üstad hükümete müracaat etmemesinin sebeblerinden birini anla­tırken der ki:
«Bana karşı ehl-i dünyanın verdikleri sıkıntı, siyaset için değil; çünki onlar da bilirler ki, siyasete karışmıyorum, siyasetten kaçı­yorum. Belki bilerek veya bilmeyerek zendeka hesabına, benim dine merbutiyetinıden beni tazib ediyorlar. Öyle ise onlara mü­racaat etmek, dinden pişmanlık göstermek ve meslek-i zendekayı okşamak demektir.» (Mektubat sh:74)
Bid’alardan uzak durmak zarurî iken, aksine hareketle ehl-i dalalete safdilane taraftarlıktan gelen musibet-i amme hakkında Hazret-i Üstadın bir ikazı:
«Geçen Ramazan-ı Şerifte, Ehl-i Sünnet’in selâmet ve necatı için edilen pek çok duaların şimdilik aşikâre kabulleri görünme­mesine hususî iki sebeb ihtar edildi:
Birincisi: Bu asrın acib bir hassasıdır. (Haşiye: Yani elması elmas bildiği halde, camı ona tercih eder.) Bu asırdaki ehl-i İslâm’ın fevkalâde safderunluğu ve dehşetli canileri de âlîcenabane afvetmesi; ve bir tek haseneyi, binler seyyiatı işleyen ve binler manevî ve maddî hukuk-u ibadı mahveden adam­dan görse, ona bir nevi tarafdar çıkmasıdır. Bu suretle ekall-i kalil olan ehl-i dalalet ve tuğyan; safdil tarafdar ile ekseriyet teşkil ederek, ekseriyetin hatasına terettüb eden musibet-i âm­menin devamına ve idamesine belki teşdidine kader-i îlahiyeye fetva verirler; biz buna müstehakız derler. Evet elması bildiği (âhiret ve iman gibi) halde, yalnız zaruret-i kafiye suretinde şişeyi (dünya ve mal gibi) ona tercih etmek ruhsat-ı şer’iye var. Yoksa küçük bir ihtiyaçla veya heves ile veya tama’ ve hafif bir korku ile tercih edilse; eblehane bir cehalet ve hasarettir, tokada müstehak eder. Hem âlîcenabane afvetmek ise, yalnız kendine karşı cinaye­tini afvedebilir. Kendi hakkından vazgeçse hakkı var; yoksa baş­kalarının hukukunu çiğneyen canilere afuvkârane bak­mağa hakkı yoktur, zulme şerik olur.» (Kastamonu Lahikası sh:25)
Bu hareket tarzı, bir nevi şerre dua ve davet demektir.
Evet Kur’anda zikredilen bu şerre dua meselesi ise, bilhassa asrımızda bazı safdil müslümanlarm çok garib bir halidir. Şöyle ki:
Yani: "İnsan hayra dua eder gibi, şerre dua veya şerri davet eder.
Sanki o büyük ecre dua ediyormuş gibi, o elîm azaba dua eder. Veya ef aliyle o azabı davet eyler.»
Yani bid’atlara müsamaha gösterir ve ihtilat edilirse, içtimaî hayata sirayet eder ve fitne şiddetlenir.
Evet «Binler müslümanlarm hayat-ı ebediyelerini mahve­den ve yüzer ehl-i imanın sû’-i akibetine ve müdhiş günah­lara sevkeden adamlara şefkatkârane tarafdar olmak vemerhametkârane cezadan kurtulmalarına dua etmek, elbette o mazlum ehl-i imana dehşetli bir merhametsizlik ve şeni’ bir ga­dirdir.» (Kastamonu Lahikası sh:75)
Gizli ifsad cereyanının bir de hulul plânları vardır. Yani dine dostluk kisvesiyle suret-i haktan görünüp ve dine hizmet perdesi altında yavaş yavaş bid’alara alıştırmakla veya ihtilaflara sebebiyet verip ifsad etmeye çalışırlar. Bu nifak tarzındaki ifsadın hücum tarzından daha fena olduğunu bildirip ikaz eden Hazret-i Üstad diyor:
«Cepheyi burada değiştirdiler. Düşmanane taarruzdan vaz­geçip, dostane hulul edip, has talebeleri Risale-i Nur’un hizme­tinden geri bırakmak için, memuriyet gibi bir meşgale buluyorlar veya terfian işi çok diğer bir memuriyete veya diğer bir meşgaleyi buluyorlar. Burada o neviden çok vakıalar var. Bu taarruz bir cihette daha zararlı görünüyor.»(Kastamonu Lahikası sh:147)
«Bazı da dost suretinde hulul edip, korkutmak mümkünse,habbeyi kubbe edip evham veriyorlar. "Aman, aman Said’e yanaş­mayınız! Hükümet takib ediyor" diye zaîfleri vazgeçirmeye çalışı­yorlar. Hattâ bazı genç talebelere, hevesatlarını tahrik için, bazı genç kızları musallat ediyorlar.» (Emirdağ Lahikası-I sh:125)
«Bu gizli din düşmanları ve münafıklar çoktandır anladı­lar ki, Nur talebelerinin kefenleri boyunlarındadır. Onları Risale-i Nur’dan ve üstadlarmdan ayırmak kabil değildir. Bunun için şeytanî plânlarını, desiselerini değiştirdiler. Bir zayıf damar­larından veya safiyetlerinden istifade ederiz fikriyle aldatmak yo­lunu tuttular. O münafıklar veya o münafıkların adamları veya adamlarına aldanmış olanlar dost suretine girerek, bazan da talebe şekline girerek derler ve dedirtirler ki: "Bu da İslâmiyete hizmettir, bu da onlarla mücadeledir. Şu malûmatı elde edersen, Risale-i Nur’a daha iyi hizmet edersin. Bu da büyük eserdir." gibi bir takım kandırışlarla sırf o Nur talebesinin Nurlarla olan meşguliyet ve hizmetini yavaş yavaş azaltmakla ve başka şeylere nazarını çevirip, nihayet Risale-i Nur’a çalışmaya vakit bırakmamak gibi tuzaklara düşürmeye çalışıyorlar. Veyahut da maaş, servet, mevki, şöhret gibi şeylerle aldatmaya veya korkutmakla hizmetten vazgeçirmeye gayret ediyorlar.» (Tarihçe-i Hayat sh:690)
NETİCE:
Onüçüncü Lem’anın Beşinci işaret’inde nazara verilen insanın acib hissiyatının garib hallerini ehemmiyetle nazara alıp, kişiler hakkında menfî hüküm­ler vermede çok dikkatli olmak gerektiğinden kişilerin şahsıyla meşgul olma­mak ve düşmanlık yapmamak lâzımdır. Ancak kişilerin zahir hal ve hareketle­rinde görülen hatalar, yani şer’î ahkâma açık muhalefetler tenkid edilip ahkâm-ı şer’iye muhafaza edilmelidir ve bu bir vazife-i diniyedir. Garazkârlık ve kindarlık kaldırmaz.
Bu zât kendi istek ve tercihiyle geniş dairede hizmet etmek istiyor. Fakat Nurculuk hizmetinin namına konuşmalarını, beyanlarını kabul etmiyoruz. Mezkûr faaliyetleri de kendi tercihleridir. Risale-i Nur’da beyan ve izah edilen Haslar dairesinde Nur-İman hizmetkârlarının takib ettiği hizmet düsturlarına ve İttihad-ı İslâm ve ehl-i imanın uhuvveti prensibine çok defa zıt hareket ediyor. Bu yüzden mezkûr beyanlarına hakiki Nur Talebeleri kesinlikle iştirak etmiyorlar.
GİZLİ ZINDIKA KOMİTESİ : Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, eserlerinde yüz küsur yerde bu gizli zındıka komitesinden bahsetmiş, talebelerini ve Müslümanları o gizli komiteye karşı uyanık ve tedbirli olma konusunda uyarmıştır.


“Dikkat ediniz, küfrü mutlakı müdâfaa eden gizli komite içinize parmak sokmasın.” (Şualar, 13. Şua)

Üstad’ın bu ikazından, bu sinsî komitenin her tarafa parmak karıştırabileceğini anlıyoruz.
Gizli ifsad komitesinin içtimaî, hukukî, ekonomik, siyasî ve asayiş sahalarındaki muhtelif ifsadatı devam etmektedir.
1909 tarihinde Yahudi bir gazetecinin bir Alman gazetesinde yazdıkları dikkat çekicidir. Bu yazıda, o komitenin bir nevi hükûmet tarzında görevini yaptığını, üç yüz kişiden ibaret olduğunu, kendilerinden başka hiç kimsenin onları tanımadıklarını, bütün dünyanın geleceği hakkında hüküm verdiklerini, dünya ticaretini ve maddî imkânlarını ellerinde tuttuklarını, bu maddî güçle ülkeler üzerinde kültürel tahribat yaptıklarını, toplumların inanç ve değerlerini dejenere ettiklerini, zehirli bir ejderha gibi, kuyruğunun Filistin’de olduğunu, gerekli tahribatı yapıp âlemi ifsat ettikten sonra Kudüs’te bu Siyonist birliği kurarak başla kuyruğun birleşmesi amacıyla plânlı bir çalışma içerisinde bulunduklarını ifade etmektedir.


Bu menhûs millet; başkalarının kanını dökmeden önce, maddî  açıdan onlara üstün gelir, bu güçlerini kullanarak insanları satın alır ve figüran olarak kullanırlar. O milletin edebî ve kültürel damarlarını tahrip eder, sanat adı altında fikirlerini empoze ederek; gerek sinema, tiyatro, medya ve diğer araçlarla, gerekse dinî ortamlara ve din tedrisatı veren müesseselere sızarak inanç, ibâdet ve ahlâk temelleri üzerinde şüpheler ortaya atıp onların hayat damarlarını ve geçmişle olan bağlarını keserek mânevî açıdan kısırlaştırıp zayıf ve zelil duruma düşmelerini sağlamış olurlar.

Bugün dünya medyasına hükmeden ve ticareti elinde bulundurarak zayıf milletleri sömürge haline getiren bu habis ruh; savaşların, kargaşa ve terörün, ifsat ve bozgunculuğun öncü rolünü üstlenmiş ve değişik kanalları kullanarak emellerine ulaşmıştır.
Her türlü ihtilâlin, kışkırtıcılığın, geleceğin  plânlanması ve uygulamaya konulması, insan hakları ihlalleri, inandığı gibi yaşama hakkına baskılar, eğitimine konan engellemeler, darbeler, e-muhturalar, andıçlar, ergenekonvârî yapılanmaların kod ve şifreleri de yine bu menhûs ruh marifetiyle gerçekleştirilmektedir.
En Yahudi olan süfyanizmi genç nesle şirin gösterip bu yolla dinden ve Kur’ân’dan uzaklaştırmak gibi önceden kararlaştırılmış plânlarını uygulama devam etmektedirler.


İnşâallah Kur’ân nuruyla gönlü ve gözü aydınlanmış olanlar, bu tuzağa düşmeyecekler ve sinsî plânları Allah’ın yardımıyla tesirsiz bırakacaklardır.


Cemaatler arası ve cemaat içi ihtilaflar icad edip körükleyen, çeşitli va’dlerle taraftar toplayan, ırk, bölge ve dil istismarcılığıyla fitne tohumları eken, her türlü özgürlük ve açılımın önüne farklı bahanelerle (laiklik, bayrak, vatan, devlet, milliyetçilik v.s istismarcılığıyla) engeller koymaya çalışan, bunun için de farklı kesimleri kışkırtan yine bu komitedir.

Abdülhamit Han Hazretlerini tahttan indiren, Hz.Ömer, Hz.Osman ve Hz.Ali  (R.anhüm)’ün şehid edilmelerinde büyük rol oynayan ve Hilâfet-i İslâmiyeyi kaldırarak, süfyânî bir gücün hâkimiyetine yardım eden yine Yahudi milletinden müteşekkil o gizli komitedir.
Sultan Abdülhamid’e gönderilen Karaso şöyle alçakça bir teklif götürür: “Ben, mason cemiyeti tarafından zât-ı âlinize bir teklif ile geldim. Teklifimiz şudur ki: devletçe borçlusunuz. Borcunuzu ödemek üzere 5 milyon altın lira devletinizin hazinesine hediye ediyoruz; yüz sene sonra ödemek üzere 100 milyon altın lira da faizsiz borç veriyoruz. Buna karşılık bize Filistin’den az bir arazi hakkı tanıyınız.”

Cennetmekân Abdülhamid’in : “Ey alçak, huzurumdan çık git” şeklinde yerinde ve onurlu bir cevap verdiği tarîhen sabittir.
O cemiyet yılmadı, daha sonra 1901-1902 yıllarında Herzl’i gönderdi. O yüce Hâkan, Filistin’den verebileceği bir karış arazinin olmadığını, bu toprakların İslâm ümmetinin toprakları olduğunu haykırdı. “Saltanatın tehlikeye girdi” tehdidine de aldırmadı.
Ancak o gizli komite üçüncü kez bir atak yaptı, bu sefer İttihad ve Terakki Cemiyetini devreye soktu. Bir şey koparamayacaklarını anlayınca, Halifelik vazifesinden azletme konusunda ittifak ettiler. Bu amaçla Arap âlemindeki şer güçlerden ve İslâm Âlemini parçalamayı gözüne kestirmiş kişilerden yardım istediler. Neticede II. Abdülhamit Han’ın hilâfeti sona erince, hâkimiyet İttihad ve Terakki Cemiyetinin eline geçmiş oldu. Bundan sonra musibetler birer birer İslâm devletinin başına dökülmeye başladı ve önceden plânlanmış icraatlar tek tek uygulamaya konmuş oldu.

Kapitalizm ve komünizmin temelinde de bunlar vardır. Komünizm, dünyaya hükmeden bu gizli komitenin eseridir.

Ve aynı zamanda mason ve komünist işbirliğinin bir yansımasıdır.
Komünizmi yaymaya çalışan komünist komitesinin gizli ifsad komitesiyle beraber hareket edebileceklerini ve hükümetin de onlara ses çıkarmadığını 1948 yılında Afyon Hapsinde bildiren Bediüzzaman Hazretleri der ki: 


«Hükûmet beni tam himaye ve bana yardım etmek, milletin maslahatına ve vatanın menfaatına çok lüzumu varken, beni sıkması îma eder ki; kırk seneden beri benim ile mücadele eden gizli zendeka komitesiyle şimdi onlara iltihak eden komünist komitesinden bir kısmı, ehemmiyetli birer resmî makam elde ederek karşıma çıkıyorlar. Hükûmet ise, ya bilmiyor veya müsaade ediyor diye çok emareler bana endişe veriyor.» (Şualar )
Birinci ve İkinci dünya savaşlarını bu komite tetiklemiş, Büyük Fransız İhtilalinin arkasında bu masonik oluşum durmuş, Arap ve İslâm Âlemine ırkçılık tohumlarını yine bunlar atmış, İslâm Devletlerinin parçalanmasını ve aralarında ihtilafların çıkmasını bunlar plânlamış, savaş kışkırtıcılığı yaparak İslâm ülkelerini birbirine düşürmüş, silah ticaretinden en büyük payı kapmışlardır...
İslâm âleminde dünden bu güne akıtılan kanların, yapılan zulümlerin, öldürülen çocukların, el konulan yer altı ve yer üstü kaynakların menfur emelleri ve Siyonist hedefleri için peşkeş çekilmesinin zâlim aktörleri de bunlardır.


Münafıkane tavır sergileyerek bazen Müslüman, bazen Hıristiyan görünüp, mezhep ve din ayırımcılığını körüklemek suretiyle halkları birbirine düşürmüşlerdir.

İslâm âleminde ırkçılık/milliyetçilik fikrini yayarak geri kalmışlığın sebebinin İslâmiyet olduğunu, ilerlemek ve güzel bir hayat yaşamak için İslâmiyeti terk etmeleri yönünde telkinlerde bulunmuş ve büyük fitnelere sebebiyet vermişlerdir.
Bediüzzaman Hazretleri de, insanlığın içtimâî hayatını sarsan faiz ve banka sistemini tesis eden, her çeşit bozguncu komitelerine karışan ve her türlü ihtilâle parmak karıştıran yine o millet olduğunu (Sözler, 25.söz, 2.şua; 5.Lem’a, 4.ışık) ifade buyurmuşlardır.


250 sene öncesine kadar dayanan bu menhûs komite; “medeniyet, demokrasi, insan hakları, hürriyet, eşitlik, kadın hakları, işçi hakları”  gibi isimler altında kelime oyunlarıyla âlemi bozdular, özellikle Hıristiyan âlemi üzerinde etkili oldular. Bugün de o gizli komite, Evangelist adı altında başka bir cemiyeti bütün dünyanın başına musallat etmiştir. “Kutsal kitaba yönelmek” anlamına gelen bu tabir, ilk defa Protestan Reformu sırasında Luther ve onun bağlıları için kullanılmıştır. Bugün için Evangelizm, Amerika’daki Hıristiyan toplumunun tutucu kanadını ifade etmektedir. 20. Yüzyıl başında ABD’de Protestanlar arasında liberaller ve tutucular diye iki kanat ortaya çıkmış, “fundemantelist” (köktendinci) diye önce kendilerini isimlendirmiş, sonra da Evangelistler olarak tanımlanmaya başlamışlardır. Bugün Amerika’da 30 milyonun üzerinde Evangelist Protestan vardır.
Kayda değer en mühimi de, bugün ABD’yi yöneten “globalist çete”nin gizli dini Evangelizmdir. Bunun samimi bağlılarından biri de Bush’dur. Bu karma ve müşterek komitenin sözü edilen bu belirttiğimiz ayağı için söylenecek en kestirme söz şudur: “Evangelist Hıristiyan Siyonistlerdir.”
Yani bu komite şekilden şekle girmekte, yüzünü farklı din ve ırkları arkasına ve desteğine alarak tahribatına devam etmektedir.
Yine o komitenin kendi dâvaları için en büyük engellerden biri olarak gördükleri ve on dokuz defa zehirledikleri Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin şu ifadeleri tezimizi tavzih etmektedir:
“Efendiler! Otuz-kırk seneden beri ecnebi hesabına ve küfür ve ilhâd nâmına bu milleti ifsâd ve bu vatanı parçalamak fikriyle, Kur’ân hakîkatına ve imân hakîkatlarına her vesile ile hücum eden ve çok şekillere giren bu gizli ifsâd komitesine karşı, bu meselemizde kendilerine perde yaptıkları insafsız ve dikkatsiz me’murlara ve bu mahkemeyi şaşırtan onların Müslüman kisvesindeki propagandaclarına hitâben, fakat sizin huzurunuzda zâhiren sizin ile birkaç söz konuşacağıma müsâde ediniz.” (Şualar,12. Şua)
Kökü dışarıda olan o gizli zındıka komitesi, dîne dayalı devletleri ilga edip yerine laik sistemler kurdurmak suretiyle, İslâm ülkelerinde misyonerlik faaliyetlerini desteklemiş, İslâmiyet aleyhine konuşmaları teşvik etmiş, yeni kiliseler açılmasını, diğer din mensuplarının da ehl-i cennet ve ehl-i necat oldukları fikrini yayarak hoşgörü kültürünün yanlış yönlendirilmesine sebep olmuşlardır.

O gizli komitenin tahrik ve teşvikiyle, Kur’ân’a aykırı bütün metod, propaganda ve çalışmalar bütün hızıyla devam etmektedir. 
Kur’ân’ın yeterli olduğunu (aslında Kur’ân’a inandıklarından değil), hadislerin zaten (hâşa yüzbin defa hâşa) uydurma olduğunu, dini yeniden yorumlamak gerektiğini, bu günün ihtiyaçlarına cevap vermediğini, İmam-ı Âzam gibi mezhep imamlarının ve müçtehidlerin da birer insan olduklarını, kendilerinin de yorum yapabileceklerini ileri süren zamanımızın ulemâussû’ denen figüranlarını medya organları, özellikle TV’ler vasıtasıyla halkın önüne çıkartıp Müslümanların akidelerini ve 1400 yıllık  İslâmî düşüncelerini ve dinin dört ana kaynağını yıkmak amacıyla sürdürdükleri tahripkâr çalışmaları, Müslüman milletimiz ve Kur’ân’a bağlı halkımız ve özellikle gençliğimiz için büyük tehlike arz etmektedir.


Geçtiğimiz hafta, bir Nur dersi esnasında, bir üniversiteli kardeşimizin anlattıkları, üniversite mahfillerinde bu işin hangi boyutlara ulaştığı, (hâşa) toplam sahih hadis sayısının 20’ler civarında olduğu yönündeki propaganda ve zihin karıştırma işlevinin hangi eller vâsıtasıyla ve nerelerde yapıldığının da bir resmi ve yansımasıdır.
Süfyaniyet rejimi, o komitenin ürünüdür. Ve tavrını açıkça koyan bir mücahit Said Nursî:
“Ayasofya’yı put¬hane ve Meşîhatı kızların lisesi yapan bir ku¬man¬da¬nın keyfî kanun namındaki emirlerine fikren ve ilmen ta¬raftar değiliz. Ve şahsımız itiba¬rıyla amel etmiyoruz.» (Şualar ) diyerek tepkisini koyuyor.


Asrın Bedîi Üstad NursÎ’nin eserlerinde yüz yerde bahsettiği bu komiteye karşı dikkatli ve duyarlı davranmamız gerektiği hususunda yazımızın başında zikredilen sözünü önemine binâen tekrar kaydederek, Sünnet-i Seniyyenin ihyâsı ve hayata geçirilmesi meselesinde duyarlı mü’minlere büyük vazifeler ve mes’ûliyetler düştüğünü tekrâren ifâde etmem gerekir diye düşünüyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder